Mehmet Akif Işık
Köşe Yazarı
Mehmet Akif Işık
 

Pazarcı...

Bir kış günü idi. Günlerden pazar… Oturduğumuz semtte pazar günleri “pazar” kurulur. Hava belki biraz yumuşar düşüncesiyle öğleden sonrayı bekleyip eşimle birlikte pazara gittik. Hava gerçekten de çok soğuk idi. Buz gibi bir rüzgâr pazarın bir köşesinden girip, adeta bütün tezgâhları yalayarak diğer köşeden çıkıyordu. Önce sebzeleri almak üzere, pazara ilk girişte gözümüze ilişen tezgâha yaklaştık. 11-12 yaşlarında bir çocuk, tezgâhın arkasında, ısınmak için kırdığı sebze kasalarını içinde yaktığı bir tenekeden yükselen ateşle elini ısıtmaya çalışıyor, bir taraftan da sebzeleri diziyor ve   “haydi iki liraya, iki liraya” diye bağırıyordu. Tezgâha yaklaştığımızı görünce, samimi bir yüz ifadesiyle;  “Amca isterseniz seçebilirsiniz” dedi.  Eşim sebzeleri seçerken ben de tezgâhın arkasında ellerini ovuşturmakta olan pazarcı çocuk ile konuşmaya başladım: ‘sebzeleri nereden getiriyorsunuz’, ’nerelisin’ gibi soruları sorarken çocuğun ayağındaki ayakkabılar dikkatimi çekti. Kenarları yırtılmış, önü açılmıştı. Ayağını ısıtmak için içinde sebze kasası parçalarının yandığı tenekeye doğru ayağını uzatınca, ayakkabısının altının da delik olduğunu fark ettim ve içim burkuldu. Eşim de çocuğun ayaklarına baktığımı fark etmiş, o da yırtık ayakkabıları görünce yüz ifadesi birdenbire değişivermişti. Sebzelerimizi alıp tezgâhtan uzaklaşırken gencin durumunu konuşmaya başladık. İkimiz de; bu soğuk havada yırtık ayakkabı giymek zorunda kalan çocuğun durumuna epeyce üzülmüştük. Bu üzüntümüzü bir nebze olsun hafifletebilmek için ona bir bot almaya karar verdik. Dolaşıyormuş gibi yaparak çocuğun tezgâhının önünden bir kez daha geçerek ayak numarasını tahmin etmeye çalıştık. O hafta içerisinde bütçemize uygun bir bot alarak ertesi hafta “pazara”  giderek bizi yine güler yüzle karşılayan çocuğun tezgâhından sebzelerimizi alıp münasip bir lisanla çocuğu kırmamaya özen göstererek botu verdik. Almak istemedi. Ancak samimiyetimizi görünce teşekkür ederek aldı. Bizi mutlu eden bu hadise üzerine, eve dönünce,  “Pazarcı” adlı şiirimi kaleme aldım:      PAZARCI   Henüz yaşı on bir idi, belki de on iki, Taşıyordu sebze kasalarını bazen bir, bazen iki, Gözünde uyku mahmurluğu, Zavallıcık ayakta uyuyordu sanki.   Evladım gelme istersen bugün, Hava çok soğuk demişti babası ona. Peki, diyordu; ben gelmezsem kim yardım edecek sana. Çünkü çok seviyordu, kıyamıyordu babasına.   Annesi koymuştu sofraya ekmekleri ve de sıcacık çorba, Haydi yavrum içiver, bari bir şeyler girsin boğazına. İçmişti çorbayı, öpmüştü elini annesinin, koyulmuştu yola, Annesi de arkasından dualar ediyordu yavrusuna.   Hava gerçekten de çok soğuktu, Sırtındaki hırkasından başka kalın bir giysisi de yoktu. Üşümem diyordu içinden, başka ne yapabilirdi ki fukara, Yardım etmem gerekir demiş, gelmişti pazara.   Evladım üşürsen dönüver eve diyordu babası ona. Yalnız bırakmam seni sabahın köründe, ısrar etme bana, Hem, hareket edince üşümem ki diyordu; Diziyordu sebzeleri, koyuyordu boşalan kasaları tezgâhın arkasına.   Geliyordu artık müşteriler hareketleniyordu tezgâhlar, Çocuğun içerisini bir sevinç kaplıyordu, tükendikçe mallar. Bakıyordu bazen yan tezgâha, bağırıyordu onlar gibi: “Hormonsuz bunlar teyze, hormonsuz bunlar”.   Hava gittikçe soğuyor, zavallıcığın ayağı da üşüyordu; Ama o, ayağındaki incecik lastik ayakkabıya aldırmıyordu. Üşüdüğünü hissettirmemeye çalışıyordu babaya, Bağırıyordu incecik sesiyle: “haydi iki liraya, iki liraya”.   Sonunda çok şükür diyordu, bugün de bitirdik malı, Haydi baba toplayalım sağda solda kalanı, Atmayalım boş kasaları, kırarız, götürüp atarız sobaya, İnşallah alınır bana güzel bir ayakkabı haftaya. (12.01.2012)
Ekleme Tarihi: 16 Kasım 2022 - Çarşamba

Pazarcı...

Bir kış günü idi. Günlerden pazar… Oturduğumuz semtte pazar günleri “pazar” kurulur.

Hava belki biraz yumuşar düşüncesiyle öğleden sonrayı bekleyip eşimle birlikte pazara gittik. Hava gerçekten de çok soğuk idi. Buz gibi bir rüzgâr pazarın bir köşesinden girip, adeta bütün tezgâhları yalayarak diğer köşeden çıkıyordu.

Önce sebzeleri almak üzere, pazara ilk girişte gözümüze ilişen tezgâha yaklaştık. 11-12 yaşlarında bir çocuk, tezgâhın arkasında, ısınmak için kırdığı sebze kasalarını içinde yaktığı bir tenekeden yükselen ateşle elini ısıtmaya çalışıyor, bir taraftan da sebzeleri diziyor ve   “haydi iki liraya, iki liraya” diye bağırıyordu. Tezgâha yaklaştığımızı görünce, samimi bir yüz ifadesiyle;  “Amca isterseniz seçebilirsiniz” dedi.  Eşim sebzeleri seçerken ben de tezgâhın arkasında ellerini ovuşturmakta olan pazarcı çocuk ile konuşmaya başladım: ‘sebzeleri nereden getiriyorsunuz’, ’nerelisin’ gibi soruları sorarken çocuğun ayağındaki ayakkabılar dikkatimi çekti. Kenarları yırtılmış, önü açılmıştı. Ayağını ısıtmak için içinde sebze kasası parçalarının yandığı tenekeye doğru ayağını uzatınca, ayakkabısının altının da delik olduğunu fark ettim ve içim burkuldu. Eşim de çocuğun ayaklarına baktığımı fark etmiş, o da yırtık ayakkabıları görünce yüz ifadesi birdenbire değişivermişti. Sebzelerimizi alıp tezgâhtan uzaklaşırken gencin durumunu konuşmaya başladık. İkimiz de; bu soğuk havada yırtık ayakkabı giymek zorunda kalan çocuğun durumuna epeyce üzülmüştük. Bu üzüntümüzü bir nebze olsun hafifletebilmek için ona bir bot almaya karar verdik. Dolaşıyormuş gibi yaparak çocuğun tezgâhının önünden bir kez daha geçerek ayak numarasını tahmin etmeye çalıştık. O hafta içerisinde bütçemize uygun bir bot alarak ertesi hafta “pazara”  giderek bizi yine güler yüzle karşılayan çocuğun tezgâhından sebzelerimizi alıp münasip bir lisanla çocuğu kırmamaya özen göstererek botu verdik. Almak istemedi. Ancak samimiyetimizi görünce teşekkür ederek aldı. Bizi mutlu eden bu hadise üzerine, eve dönünce,  “Pazarcı” adlı şiirimi kaleme aldım:

    

PAZARCI

 

Henüz yaşı on bir idi, belki de on iki,

Taşıyordu sebze kasalarını bazen bir, bazen iki,

Gözünde uyku mahmurluğu,

Zavallıcık ayakta uyuyordu sanki.

 

Evladım gelme istersen bugün,

Hava çok soğuk demişti babası ona.

Peki, diyordu; ben gelmezsem kim yardım edecek sana.

Çünkü çok seviyordu, kıyamıyordu babasına.

 

Annesi koymuştu sofraya ekmekleri ve de sıcacık çorba,

Haydi yavrum içiver, bari bir şeyler girsin boğazına.

İçmişti çorbayı, öpmüştü elini annesinin, koyulmuştu yola,

Annesi de arkasından dualar ediyordu yavrusuna.

 

Hava gerçekten de çok soğuktu,

Sırtındaki hırkasından başka kalın bir giysisi de yoktu.

Üşümem diyordu içinden, başka ne yapabilirdi ki fukara,

Yardım etmem gerekir demiş, gelmişti pazara.

 

Evladım üşürsen dönüver eve diyordu babası ona.

Yalnız bırakmam seni sabahın köründe, ısrar etme bana,

Hem, hareket edince üşümem ki diyordu;

Diziyordu sebzeleri, koyuyordu boşalan kasaları tezgâhın arkasına.

 

Geliyordu artık müşteriler hareketleniyordu tezgâhlar,

Çocuğun içerisini bir sevinç kaplıyordu, tükendikçe mallar.

Bakıyordu bazen yan tezgâha, bağırıyordu onlar gibi:

“Hormonsuz bunlar teyze, hormonsuz bunlar”.

 

Hava gittikçe soğuyor, zavallıcığın ayağı da üşüyordu;

Ama o, ayağındaki incecik lastik ayakkabıya aldırmıyordu.

Üşüdüğünü hissettirmemeye çalışıyordu babaya,

Bağırıyordu incecik sesiyle: “haydi iki liraya, iki liraya”.

 

Sonunda çok şükür diyordu, bugün de bitirdik malı,

Haydi baba toplayalım sağda solda kalanı,

Atmayalım boş kasaları, kırarız, götürüp atarız sobaya,

İnşallah alınır bana güzel bir ayakkabı haftaya.

(12.01.2012)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (4)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Seyyid Abdulselam
(17.11.2022 20:03 - #206)
Allah sizden Razı olsun Abi ,
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Seyyid Abdulselam
(17.11.2022 20:03 - #207)
Allah sizden Razı olsun Abi ,
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Cengizhan
(17.11.2022 20:21 - #208)
Yazıdan çikaracağımız şey bence;bakmak ile gormek arasındaki fark. Bazıları gercekten görür,hemde yüreği ile, Yüreğinize sağlık,çok güzel bir yazı...
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Cengizhan
(17.11.2022 20:21 - #209)
Yazıdan çikaracağımız şey bence;bakmak ile gormek arasındaki fark. Bazıları gercekten görür,hemde yüreği ile, Yüreğinize sağlık,çok güzel bir yazı...
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.