Dursun Erkılıç
Köşe Yazarı
Dursun Erkılıç
 

Çağlayangil zengin olacakken şansını nasıl tepti?

[simple-author-box] Çevrenizde çok duymuşsunuzdur özellikle de yaşı 60-70’in üzerinde olanlardan; Kızılay’ı, Bakanlıklar’ı göstererek derler ki: “Biz Ankara’ya geldiğimizde buralar bomboştu. Akıl edip de bir yer alamadık.” Böylesine yakınmaların, pişmanlıkların, treni kaçırmış olmaların okumuşu /cahili, zengini / fakiri yoktur! Konu Ankara olunca Aldığım, fakat bir türlü okuma fırsatı bulamadığım, Tanju Cılızoğlu’nun “Çağlayangil’in anıları” ve “Çağalayangil’le anılar”ı içeren “Çağlayangil” kitabı (Bilgi Yayınevi), beni; Ankara’nın dün-bugün met-cezirinde dolaştırdı. Türk siyasi hayatının en ünlü isimlerinden merhum İhsan Sabri Çağlayangil’in anlattıkları; bir döneme tanıklık etmiş insanların yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kendisine saklamasının, aramızdan ayrılırken de alıp götürmesinin ne büyük bir kayıp olduğunu gösteriyor... Okuma alışkanlığı yok denecek kadar az, yazma arzusu doğarken ölmüş insanların oluşturduğu bir toplumda yaşayan insanların böylesine değerli anıları, bu tür kitaplar aracılığıyla yarınlara ulaşabiliyorsa bunun kıymeti bilinmeli. Yeri geldiğinde de değerlendirilmeli. 60 yıldır Ankara’da yaşayan ve bu şehri seven biri iseniz; üstelik Ankara üzerine yazılara, şiirlere imza atmışsanız; ilham kaynağınız sokaklar, müzeler, parklar ve birçok mekân olmuşsa; yaptığınız araştırmalarda ulaştığınız kaynaklardaki bilgiler ve anlatımdaki samimiyet sizi bazı konuları yazmaya sürükleyebilir... Bir belgesel tadında Örneğin, “Bir Zamanlar Ankara”yı anlatan Çağlayangil’in söze, “Ben Ankara’ya ilk defa 1925 yılında, yani 64 yıl evvel geldim” diye başlaması, o bölümü bir çırpıda okumama yetti. O, anılarını Cılızoğlu’na anlatırken 64 yıl evvelinden söz ediyor olabilir ama ben okurken, bu tespit ve değerlendirmeler 97 yaşındaydı… Neyse… Konumuza dönelim. Güngörmüş olmak... Çağlayangil anılarını anlatırken treni nasıl kaçırdığını şöyle anlatıyor: “Bizim okuldan Yenişehir’e baktığımız zaman tarım arazisini seyrediyorduk. Bugünkü Sağlık Bakanlığı’nın yeri bir bataklıktı. (Abdi İpekçi Parkı’nın oralardan söz ediyor.) Hiç unutmam. Bir gün annem okula geldi. Sağlık Bakanlığı’nın yerini gösterdi. “Bu tarlaları metrekaresi 100 paradan satıyorlar. Benim ak gün kara gün için biriktirdiğim 242 altınım var. Ne dersin alalım mı?” diye sordu. “İşin mi yok anne?” dedim. Buraları bir gün belki altın gibi kıymetlenir, ama ne zaman? Onu ne sen, ne ben bekleyemeyiz. Bana bu fikir macera gibi geliyor. Rahmetli anneciğim yüzüme baktı. “Sen okumuşsun, elbet bizden iyi düşünürsün” deyip gitti. Zaman, okuyanların değil, güngörmüşlerin daha iyi düşündüğünü kanıtladı ama iş işten geçti.” (Meraklısına not: Kitabın internet üzerinden satışı da yapılıyor. Pandemi günleri için öneriyorum.) *** Mehmet Nuri Yılmaz da treni kaçıranlardan oldu Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Mehmet Nuri Yılmaz ile 2010 yılında röportaj yaparken, “Ankara’nın geçmişine, gelişimine dair bir anınız var mı” diye sorduğumda şunu altmıştı: “Çankaya müftüsüyken, her Cuma bir camide vaaz veriyor, namaz kıldırıyordum. Bir gün Karakusunlar Köyü Camisi’ne gitmiştim.  (Şimdiki Balgat 100. Yıl civarı.) 1982 yılıydı, bir hacı, “Buradaki araziler benim, buradan size bir arsa satayım” dedi. Biz de, burası bir köy, burada ev mi olur” diyerek, almadık. Yıllar sonra buralar kıymetlendi, çok daha yüksek meblağa ev aldım. Yıllar sor bir taksiye bindim, bu taraflara geldik. Taksici ağladı. Niye diye sorduğum da, “Bilseydim bu tarafa geleceğinizi sizi almazdım. Buralar hep babama aitti, amcam hakkımızı vermedi. Şimdi ise taksicilik yapıyorum, taksi de benim değil” dedi. SON SÖZ: Bazı konularda geleceği göremeyen okumuşlar o kadar çok ki…
Ekleme Tarihi: 06 Ocak 2021 - Çarşamba

Çağlayangil zengin olacakken şansını nasıl tepti?

[simple-author-box]

Çevrenizde çok duymuşsunuzdur özellikle de yaşı 60-70’in üzerinde olanlardan; Kızılay’ı, Bakanlıklar’ı göstererek derler ki: “Biz Ankara’ya geldiğimizde buralar bomboştu. Akıl edip de bir yer alamadık.” Böylesine yakınmaların, pişmanlıkların, treni kaçırmış olmaların okumuşu /cahili, zengini / fakiri yoktur!

Konu Ankara olunca

Aldığım, fakat bir türlü okuma fırsatı bulamadığım, Tanju Cılızoğlu’nun “Çağlayangil’in anıları” ve “Çağalayangil’le anılar”ı içeren “Çağlayangil” kitabı (Bilgi Yayınevi), beni; Ankara’nın dün-bugün met-cezirinde dolaştırdı.

Türk siyasi hayatının en ünlü isimlerinden merhum İhsan Sabri Çağlayangil’in anlattıkları; bir döneme tanıklık etmiş insanların yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kendisine saklamasının, aramızdan ayrılırken de alıp götürmesinin ne büyük bir kayıp olduğunu gösteriyor...

Okuma alışkanlığı yok denecek kadar az, yazma arzusu doğarken ölmüş insanların oluşturduğu bir toplumda yaşayan insanların böylesine değerli anıları, bu tür kitaplar aracılığıyla yarınlara ulaşabiliyorsa bunun kıymeti bilinmeli. Yeri geldiğinde de değerlendirilmeli.

60 yıldır Ankara’da yaşayan ve bu şehri seven biri iseniz; üstelik Ankara üzerine yazılara, şiirlere imza atmışsanız; ilham kaynağınız sokaklar, müzeler, parklar ve birçok mekân olmuşsa; yaptığınız araştırmalarda ulaştığınız kaynaklardaki bilgiler ve anlatımdaki samimiyet sizi bazı konuları yazmaya sürükleyebilir...

Bir belgesel tadında

Örneğin, “Bir Zamanlar Ankara”yı anlatan Çağlayangil’in söze, “Ben Ankara’ya ilk defa 1925 yılında, yani 64 yıl evvel geldim” diye başlaması, o bölümü bir çırpıda okumama yetti.

O, anılarını Cılızoğlu’na anlatırken 64 yıl evvelinden söz ediyor olabilir ama ben okurken, bu tespit ve değerlendirmeler 97 yaşındaydı…

Neyse… Konumuza dönelim.

Güngörmüş olmak...

Çağlayangil anılarını anlatırken treni nasıl kaçırdığını şöyle anlatıyor:

“Bizim okuldan Yenişehir’e baktığımız zaman tarım arazisini seyrediyorduk. Bugünkü Sağlık Bakanlığı’nın yeri bir bataklıktı. (Abdi İpekçi Parkı’nın oralardan söz ediyor.)

Hiç unutmam. Bir gün annem okula geldi. Sağlık Bakanlığı’nın yerini gösterdi.

“Bu tarlaları metrekaresi 100 paradan satıyorlar. Benim ak gün kara gün için biriktirdiğim 242 altınım var. Ne dersin alalım mı?” diye sordu.

“İşin mi yok anne?” dedim. Buraları bir gün belki altın gibi kıymetlenir, ama ne zaman? Onu ne sen, ne ben bekleyemeyiz. Bana bu fikir macera gibi geliyor.

Rahmetli anneciğim yüzüme baktı. “Sen okumuşsun, elbet bizden iyi düşünürsün” deyip gitti.

Zaman, okuyanların değil, güngörmüşlerin daha iyi düşündüğünü kanıtladı ama iş işten geçti.”

(Meraklısına not: Kitabın internet üzerinden satışı da yapılıyor. Pandemi günleri için öneriyorum.)

***

Mehmet Nuri Yılmaz da treni kaçıranlardan oldu

Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Mehmet Nuri Yılmaz ile 2010 yılında röportaj yaparken, “Ankara’nın geçmişine, gelişimine dair bir anınız var mı” diye sorduğumda şunu altmıştı:

“Çankaya müftüsüyken, her Cuma bir camide vaaz veriyor, namaz kıldırıyordum. Bir gün Karakusunlar Köyü Camisi’ne gitmiştim.  (Şimdiki Balgat 100. Yıl civarı.) 1982 yılıydı, bir hacı, “Buradaki araziler benim, buradan size bir arsa satayım” dedi. Biz de, burası bir köy, burada ev mi olur” diyerek, almadık. Yıllar sonra buralar kıymetlendi, çok daha yüksek meblağa ev aldım. Yıllar sor bir taksiye bindim, bu taraflara geldik. Taksici ağladı. Niye diye sorduğum da, “Bilseydim bu tarafa geleceğinizi sizi almazdım. Buralar hep babama aitti, amcam hakkımızı vermedi. Şimdi ise taksicilik yapıyorum, taksi de benim değil” dedi.

SON SÖZ: Bazı konularda geleceği göremeyen okumuşlar o kadar çok ki…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.