Mehmet Akif Işık
Köşe Yazarı
Mehmet Akif Işık
 

İlk Çağlardan Günümüze Anadolu’da Tarım

Anadolu, ilk çağlardan itibaren tarımın hüküm sürdüğü coğrafyadır. Tarihten önceki dönemlerde insanlar henüz yerleşik düzene geçmeden önce; tabiatta Hüda-i  Nabit olarak bulunan (kendi kendine yetişen) meyve, bitki ve kökleri toplayarak ve avcılık yaparak (toplayıcılık ve avcılıkla) karınlarını doyuruyorlardı. Arkeolojik kazılarda bulunan bitki kalıntıları ve hayvan kemikleri bunu doğrulamaktadır. Zaman içerisinde nüfusun artmasıyla birlikte yavaş yavaş yerleşik düzene geçilmiştir. Yerleşik düzene geçiş Anadolu’da yaklaşık M.Ö. 9.000 yıllarına tekabül etmektedir. Yerleşik düzene geçildikten sonra beslenme için artık toplayıcılık ve avcılığın yeterli olmayacağı görülmüş;  insanlar Yüce Rabbimin kendilerine verdiği aklı kullanarak başta tahıl olmak üzere topraktan ürün elde etmeye başlamıştır. İnsanların hayat kaynağı olarak kabul edilen Tarım o kadar önemlidir ki artık o dönem kaya kabartmalarında da bu husus kendini göstermeye başlamıştır. Konya İline bağlı Ereğli İlçesinin yaklaşık 15 km. yakınındaki M.Ö. 750-700’lere tarihlenen Geç Hitit Dönemine ait İvriz Kaya kabartmasında Kral ile birlikte tasvir edilen Fırtına Tanrısının elinde bereketi temsi eden başak demeti ve üzüm salkımının bulunması bunun bariz bir göstergesidir. Çorum İline bağlı Boğazkale İlçesi sınırları içerisinde yer alan Hititlerin başşehri Hattuşaş’ta ve Ortaköy ilçesi yakınındaki büyük bir Hitit şehri olan Şappinuva’da yapılan kazılarda M.Ö. 1650’lere tarihlenen büyük tahıl ambarlarına rastlanmıştır. Hititlerin en çok tükettiği tahıl Buğday ve arpadır. Bunun yanı sıra nohut, bakla ve bezelye tüketildiği de bilinmektedir.  Hititlerin; Meyve olarak da Elma, erik, alıç, üzüm, kayısı, kiraz, böğürtlen ve nar tüketmekte oldukları, kazılarda açığa çıkarılan çivi yazılı belgelerden anlaşılmaktadır. Anadolu insanı toprağı en verimli bir şekilde kullanma yollarını araştırmış verimli toprakları tarım alanı olarak kullanmış, yerleşim yerlerini verimli araziler dışında düşünmüştür. Bunun yanı sıra toprağı sulamanın tarımda ne kadar önemli olduğunu görünce de topraktan daha fazla verim alabilmek için sulama kanalları, su bentleri, gölet ve hatta barajlar yapmışlardır. Barajın prototipi olarak görülen gölet örneğini Hititlerin önemli yerleşim yerlerinden Alacahöyük örenyerinin 2 km kadar yakınlarında görebilmekteyiz. Hitit dönemi sonrası Doğu Anadolu’da hüküm süren Urartu döneminde de tarım ve hayvancılık ön plandadır.  Van İline yaklaşık 10 km. mesafede bulunan ve M.Ö. 830-786 yıllarına tarihlenen Anzaf Kalesinde yapılan kazılarda bol miktarda koyun, keçi ve sığır kemiğine rastlanması hayvancılığa verilen önemin işaretidir. Az miktarda tavşan, tilki ve karaca kemiklerine rastlanması da avcılığın devam ettiğinin göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Anzaf Kalesinde yapılan kazılarda tahıl deposu olarak kullanılan ve gövdelerine kadar toprağa gömülü yüzlerce büyük küpün bulunması da;  Hayvancılığın yanı sıra tarıma da çok önem verilmekte olduğunu göstermektedir. Bu çağda da toprağın verimini artırabilmek amacıyla sulama tesisleri, kanal ve göletler yapılmıştır. Bu bölgede yaklaşık 105 adet gölet ve sulama kanalı yapılmak suretiyle topraklar verimli hale getirilmeye çalışılmış, meyve ve sebze bahçeleri ile üzüm bağları tesis edilmiş, tahıl ve bakliyat ürünlerinde ön saflara çıkılmıştır.  Toprağın verimli hale gelmesi nüfusun artışını sağlamış veya tersten düşünecek olursak,  bu kadar büyük bir nüfusu beslemek için sulama tesisleri yapılmak suretiyle toprak verimli hale getirilmiştir. Hitit ve Urartu Dönemlerinden sonraki devirlerde de topraktan yeterince istifade edilmiş, tarım ve hayvancılık ön planda tutulmuştur. Orta Anadolu’da Çorum iline bağlı Alaca ilçesi yakınlarında Örükaya denilen yerde Çorum Müzesi Müdürlüğünce yapılan kazılarda Roma Dönemine ait M.S. 2. Yüzyıla tarihlenen ve günümüz barajları ile benzerlik gösteren bir baraj açığa çıkarılmış olup kazılar halen devam etmektedir. Roma Dönemi sonrası Selçuklu - Osmanlı Dönemlerinde de Tarım ve hayvancılık ön plandadır. Nitekim 20. Yüzyıl başlarında Anadolu’yu dolaşan Macar seyyah Bela Horvath “ Dünyanın hiçbir yöresinde bu kadar tatlı kayısı, böylesine iri ve dolgun şeftali ve lezzetli dut yetişmez, meyve ağaçlarının kökleri sürekli berrak sulardan besleniyor, yaprakları berrak güneş ışığında yıkanıyor” demek suretiyle kaliteli meyve yetiştirilmekte olduğuna dikkat çekmektedir. İnsanları ayakta tutan ve hayatını idame ettirmesini sağlayan kaynak besindir. Anadolu insanı da bunun bilincinde olarak besin elde etmenin yollarını araştırmış ve kaliteli ürün elde ederek başka ülkelere muhtaç olmadan ve hatta başka ülkelere de yardım ederek hayatını sürdürmüştür.  Zengin Anadolu coğrafyası ve verimli toprakları her dönemde dikkatleri üzerine çekmiştir. Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin zayıflaması işgalcilerin iştahını kabartmış ancak normal yollarla Anadolu’yu ele geçiremeyeceklerini anladıklarından hileli yollara başvurmaya başlamışlardır. Bunun başında da Anadolu halkını yapay besinlere alıştırmak ve doğal besinlerden soğutmak geliyordu. Kısacası Tarımı çökertmek için ne gerekiyorsa yapmayı hedeflemişlerdi.    Bu ülkelerin başında bize çok büyük iyilikler(!) yaptığı sanılan Amerika Birleşik Devletleri geliyordu. 12 Temmuz 1947 tarihinde imzalanan “Amerikan Yardımı Anlaşması” ve 4 Temmuz 1948 de imzalanan “Türk Amerikan İktisadi Anlaşması” ile Türkiye’ye “Marshall Yardımı” olarak bilinen yardımlar (!) yapılmaya başlanmıştı. ABD’nin artık kullanmadığı eski malzeme ve silahlar boyanıp ambalajlanarak yavaş yavaş ülkemize giriyor ve yapay Süt tozları ile yemeklik margarinler halkın istifadesine (!) sunuluyordu. Halk ucuz gördüğü için bundan böyle tereyağı yerine margarin kullanacaktı. Vatandaşı zeytinyağından uzaklaştırmak ve Amerika’nın elinde bolca bulunan mısırözü yağına alıştırmak, ayrıca yerli üretimden soğutmak gerekiyordu. Bunun için de plan hazırdı: “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü bestelettirilip, radyolarda sık sık çalınmak suretiyle halkın beyinlerine işlediler. Binlerce Zeytin ağacı kesildi. ABD’den dolar karşılığı mısırözü yağı alındı, üretilen zeytinyağları da Türk Parası karşılığı ABD’ye güya ihraç edildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun çoğunluğu kırsal kesimde yaşıyor ve kısacası tarımla uğraşıyordu. Köylerde hareketlilik vardı. Tarımın zayıflaması için kırsal kesimdeki yaşantı azaltılmalıydı. Bu nedenle köylünün köyünü terk etmesi gerekiyordu. Bunun için köylüyü küçük düşürücü deyimler kullanılmaya başlanmıştı. “Gundi” – “Köylü” tabirleri birdenbire ortaya çıkmış ve küçültücü bir anlam verilerek kullanılmaya başlanmıştı. Şehir yaşantısı cazip gösteriliyor ve gençler bu nedenle de şehirlere çekiliyordu. Artık köylerde gençler görülmez, çocuk sesleri duyulmaz oldu. Köylerin boşaltılması de yetmedi. Tarım arazilerinin de azaltılması gerekiyordu. Bunun da en kolay yolu yapılaşmaya gitmek idi. En verimli Tarım arazilerine sanayi tesisleri, fabrikalar yaptırıldı; (Çukurova ve Bursa Ovaları gibi birçok verimli topraklar elden uçuverdi). Bu da yetmedi sahillerdeki verimli tarım arazilerine de yazlıklar yapılmalıydı. Bunda da başarılı olundu. Hopa’dan Arsuz’a kadar bütün sahillerimiz yazlıklarla doldu. Peki biz bu oyunlara nasıl geldik. Binlerce yıldır bir anne şefkati ile büyütülüp geliştirilen tarımın, bugün düştüğü bu haller başka nasıl izah edilir bilmem. Tek kelime ile “YAZIK”, hatta yazıklar olsun demek en doğrusu. Ne olursunuz gelin hiç olmazsa elimizde kalan mevcudu koruyalım.         
Ekleme Tarihi: 04 Ağustos 2022 - Perşembe

İlk Çağlardan Günümüze Anadolu’da Tarım

Anadolu, ilk çağlardan itibaren tarımın hüküm sürdüğü coğrafyadır. Tarihten önceki dönemlerde insanlar henüz yerleşik düzene geçmeden önce; tabiatta Hüda-i  Nabit olarak bulunan (kendi kendine yetişen) meyve, bitki ve kökleri toplayarak ve avcılık yaparak (toplayıcılık ve avcılıkla) karınlarını doyuruyorlardı. Arkeolojik kazılarda bulunan bitki kalıntıları ve hayvan kemikleri bunu doğrulamaktadır. Zaman içerisinde nüfusun artmasıyla birlikte yavaş yavaş yerleşik düzene geçilmiştir. Yerleşik düzene geçiş Anadolu’da yaklaşık M.Ö. 9.000 yıllarına tekabül etmektedir. Yerleşik düzene geçildikten sonra beslenme için artık toplayıcılık ve avcılığın yeterli olmayacağı görülmüş;  insanlar Yüce Rabbimin kendilerine verdiği aklı kullanarak başta tahıl olmak üzere topraktan ürün elde etmeye başlamıştır.

İnsanların hayat kaynağı olarak kabul edilen Tarım o kadar önemlidir ki artık o dönem kaya kabartmalarında da bu husus kendini göstermeye başlamıştır. Konya İline bağlı Ereğli İlçesinin yaklaşık 15 km. yakınındaki M.Ö. 750-700’lere tarihlenen Geç Hitit Dönemine ait İvriz Kaya kabartmasında Kral ile birlikte tasvir edilen Fırtına Tanrısının elinde bereketi temsi eden başak demeti ve üzüm salkımının bulunması bunun bariz bir göstergesidir.

Çorum İline bağlı Boğazkale İlçesi sınırları içerisinde yer alan Hititlerin başşehri Hattuşaş’ta ve Ortaköy ilçesi yakınındaki büyük bir Hitit şehri olan Şappinuva’da yapılan kazılarda M.Ö. 1650’lere tarihlenen büyük tahıl ambarlarına rastlanmıştır. Hititlerin en çok tükettiği tahıl Buğday ve arpadır. Bunun yanı sıra nohut, bakla ve bezelye tüketildiği de bilinmektedir.  Hititlerin; Meyve olarak da Elma, erik, alıç, üzüm, kayısı, kiraz, böğürtlen ve nar tüketmekte oldukları, kazılarda açığa çıkarılan çivi yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.

Anadolu insanı toprağı en verimli bir şekilde kullanma yollarını araştırmış verimli toprakları tarım alanı olarak kullanmış, yerleşim yerlerini verimli araziler dışında düşünmüştür. Bunun yanı sıra toprağı sulamanın tarımda ne kadar önemli olduğunu görünce de topraktan daha fazla verim alabilmek için sulama kanalları, su bentleri, gölet ve hatta barajlar yapmışlardır.

Barajın prototipi olarak görülen gölet örneğini Hititlerin önemli yerleşim yerlerinden Alacahöyük örenyerinin 2 km kadar yakınlarında görebilmekteyiz.

Hitit dönemi sonrası Doğu Anadolu’da hüküm süren Urartu döneminde de tarım ve hayvancılık ön plandadır.  Van İline yaklaşık 10 km. mesafede bulunan ve M.Ö. 830-786 yıllarına tarihlenen Anzaf Kalesinde yapılan kazılarda bol miktarda koyun, keçi ve sığır kemiğine rastlanması hayvancılığa verilen önemin işaretidir. Az miktarda tavşan, tilki ve karaca kemiklerine rastlanması da avcılığın devam ettiğinin göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Anzaf Kalesinde yapılan kazılarda tahıl deposu olarak kullanılan ve gövdelerine kadar toprağa gömülü yüzlerce büyük küpün bulunması da;  Hayvancılığın yanı sıra tarıma da çok önem verilmekte olduğunu göstermektedir. Bu çağda da toprağın verimini artırabilmek amacıyla sulama tesisleri, kanal ve göletler yapılmıştır. Bu bölgede yaklaşık 105 adet gölet ve sulama kanalı yapılmak suretiyle topraklar verimli hale getirilmeye çalışılmış, meyve ve sebze bahçeleri ile üzüm bağları tesis edilmiş, tahıl ve bakliyat ürünlerinde ön saflara çıkılmıştır.  Toprağın verimli hale gelmesi nüfusun artışını sağlamış veya tersten düşünecek olursak,  bu kadar büyük bir nüfusu beslemek için sulama tesisleri yapılmak suretiyle toprak verimli hale getirilmiştir.

Hitit ve Urartu Dönemlerinden sonraki devirlerde de topraktan yeterince istifade edilmiş, tarım ve hayvancılık ön planda tutulmuştur. Orta Anadolu’da Çorum iline bağlı Alaca ilçesi yakınlarında Örükaya denilen yerde Çorum Müzesi Müdürlüğünce yapılan kazılarda Roma Dönemine ait M.S. 2. Yüzyıla tarihlenen ve günümüz barajları ile benzerlik gösteren bir baraj açığa çıkarılmış olup kazılar halen devam etmektedir. Roma Dönemi sonrası Selçuklu - Osmanlı Dönemlerinde de Tarım ve hayvancılık ön plandadır. Nitekim 20. Yüzyıl başlarında Anadolu’yu dolaşan Macar seyyah Bela Horvath “ Dünyanın hiçbir yöresinde bu kadar tatlı kayısı, böylesine iri ve dolgun şeftali ve lezzetli dut yetişmez, meyve ağaçlarının kökleri sürekli berrak sulardan besleniyor, yaprakları berrak güneş ışığında yıkanıyor” demek suretiyle kaliteli meyve yetiştirilmekte olduğuna dikkat çekmektedir.

İnsanları ayakta tutan ve hayatını idame ettirmesini sağlayan kaynak besindir. Anadolu insanı da bunun bilincinde olarak besin elde etmenin yollarını araştırmış ve kaliteli ürün elde ederek başka ülkelere muhtaç olmadan ve hatta başka ülkelere de yardım ederek hayatını sürdürmüştür.  Zengin Anadolu coğrafyası ve verimli toprakları her dönemde dikkatleri üzerine çekmiştir. Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin zayıflaması işgalcilerin iştahını kabartmış ancak normal yollarla Anadolu’yu ele geçiremeyeceklerini anladıklarından hileli yollara başvurmaya başlamışlardır. Bunun başında da Anadolu halkını yapay besinlere alıştırmak ve doğal besinlerden soğutmak geliyordu. Kısacası Tarımı çökertmek için ne gerekiyorsa yapmayı hedeflemişlerdi.   

Bu ülkelerin başında bize çok büyük iyilikler(!) yaptığı sanılan Amerika Birleşik Devletleri geliyordu. 12 Temmuz 1947 tarihinde imzalanan “Amerikan Yardımı Anlaşması” ve 4 Temmuz 1948 de imzalanan “Türk Amerikan İktisadi Anlaşması” ile Türkiye’ye “Marshall Yardımı” olarak bilinen yardımlar (!) yapılmaya başlanmıştı. ABD’nin artık kullanmadığı eski malzeme ve silahlar boyanıp ambalajlanarak yavaş yavaş ülkemize giriyor ve yapay Süt tozları ile yemeklik margarinler halkın istifadesine (!) sunuluyordu. Halk ucuz gördüğü için bundan böyle tereyağı yerine margarin kullanacaktı. Vatandaşı zeytinyağından uzaklaştırmak ve Amerika’nın elinde bolca bulunan mısırözü yağına alıştırmak, ayrıca yerli üretimden soğutmak gerekiyordu. Bunun için de plan hazırdı: “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü bestelettirilip, radyolarda sık sık çalınmak suretiyle halkın beyinlerine işlediler. Binlerce Zeytin ağacı kesildi. ABD’den dolar karşılığı mısırözü yağı alındı, üretilen zeytinyağları da Türk Parası karşılığı ABD’ye güya ihraç edildi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun çoğunluğu kırsal kesimde yaşıyor ve kısacası tarımla uğraşıyordu. Köylerde hareketlilik vardı. Tarımın zayıflaması için kırsal kesimdeki yaşantı azaltılmalıydı. Bu nedenle köylünün köyünü terk etmesi gerekiyordu. Bunun için köylüyü küçük düşürücü deyimler kullanılmaya başlanmıştı. “Gundi” – “Köylü” tabirleri birdenbire ortaya çıkmış ve küçültücü bir anlam verilerek kullanılmaya başlanmıştı. Şehir yaşantısı cazip gösteriliyor ve gençler bu nedenle de şehirlere çekiliyordu. Artık köylerde gençler görülmez, çocuk sesleri duyulmaz oldu. Köylerin boşaltılması de yetmedi. Tarım arazilerinin de azaltılması gerekiyordu. Bunun da en kolay yolu yapılaşmaya gitmek idi. En verimli Tarım arazilerine sanayi tesisleri, fabrikalar yaptırıldı; (Çukurova ve Bursa Ovaları gibi birçok verimli topraklar elden uçuverdi). Bu da yetmedi sahillerdeki verimli tarım arazilerine de yazlıklar yapılmalıydı. Bunda da başarılı olundu. Hopa’dan Arsuz’a kadar bütün sahillerimiz yazlıklarla doldu.

Peki biz bu oyunlara nasıl geldik. Binlerce yıldır bir anne şefkati ile büyütülüp geliştirilen tarımın, bugün düştüğü bu haller başka nasıl izah edilir bilmem. Tek kelime ile “YAZIK”, hatta yazıklar olsun demek en doğrusu.

Ne olursunuz gelin hiç olmazsa elimizde kalan mevcudu koruyalım.         

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.