Güner Dinçaslan
Köşe Yazarı
Güner Dinçaslan
 

Dahi sandığımız pasaklılar

[simple-author-box] Tolstoy’a tren istasyonunda ölmeyi arzu ettiren ve buralara sürükleyen süreç aslında “Köylüler, onlar nasıl ölüler ki” merakıdır diye düşünüyorum. Hayatı bolluk içinde, bazen serüvenlerle geçen yazar, ölüm şekliyle hayat anlayışına son noktayı koymuştur. Köylülerin nasıl öldüğünü deneyimlemiş ama bunu bizlere ne yazık ki anlatamamıştır. Delirmek bile aklın varsa mümkündür, olmayan bir şeyi yitiremezsin! Balzac, Dosteyevski, Zola gibi yazarlar ihtişamın doruklarındayken sefil bir hayatları olsa nasıl olurdu diye düşünüp, zaman zaman, halktan birilerinin dünyalarına girip deneyimlemiştir ki buna en iyi örnek Balzac’tır. İnsan ilişkilerinden mütemadiyen kaçarken, ancak gözlem ve romanında konu etmek istedikleriyle yakın temasa geçtiği söylenir. Onlar zirvedeydi, aşağıya inip bohem bir yaşamı hak edenlerdi. Konunun başlığı ve verilen örnekler hep yabancı düşünür ve yazarlar olması bir tesadüf değildir. Bile isteye bu örnekleri veriyorum. Arada tezat var diye düşünebilirsiniz ancak ben tam da bundan bahsetmek istiyorum. Üretmiş ve yaptığı işin zirvesinde olan, bedel ödemiş, hayatından çıkarımlar yaparak bunu bizlerle paylaşmış çok az insan var memleketimizde. Bunu genellemek veya yüzdelemek istemiyorum ancak birçoğunun hak etmediği bir unvana sahip olduğu gözlenmektedir. Dahi, filozof, düşünür diye adlandırılan bazı sanatçı, akademisyenlerin çoğu “mış” gibi bir hayatın “mış” gibi aktörleridir. Taklit etmekten öte gidememiş, gizliden, özenerek örnek seçtiklerinin hayatlarını taklitten öte geçememişlerdir. İsim vermekten korkuyor muyum acaba diye düşündüm! Korku değil ancak, hayatlarını doğrudan bilmediğim, sadece ürettiklerinden yola çıkarak analiz ettiğim için başka yönleri mükemmel olabilir, bize yansıyan yönünü ele almak istediğimim için isim vermekten vazgeçtim. O bir akademisyen, o bir pasaklı adam, bildiğiniz karakter yapısı bakımından pasaklı ve dağınık ama bir grup tarafından öyle ilahlaştırılmış ki, söylediği her söz felsefe boyutunda algılanıp, deha olarak nitelendirilmiştir. Söylediği her söze “Deha konuştu” gibi yakıştırmalar yapılmıştır. Ben de merak edip videolarını dinlemeye karar verdim. Söylediği felsefe dolu diye adlandırılan birçok sözü veya anlattığı şeyleri bizim kültürümüzde güngörmüş dediğimiz ve mahallemizde ki, bakkal, manav veya yaşlılarımızın irfan sahibi dediklerimizden, fazla olmadığını gördüm. Saatlerimi ayırdım, insanların deha olarak gördüğü, ancak benim göremediğim, belki kaçırdığım bir şey vardır diye kendimi yordum durdum. Sonra dedim ki ya ben anlamıyorum, ya bu adam deha değil. Saçı sakalı karışmış, hırpani kılıklı, pis koktuğu söylenen bu adam, sadece karakteri böyledir, felsefesi gereği öyle değildir dedim ve rahatladım. Baya bir okul okumuş, çaba sarf etmiş, ancak benim için o, sıradan birisi olmadığının tek göstergesi, hayat görüşü marjinal olduğu ve o nedenle ilgi çekmişin dışında bir çıkarım geliştiremedim. Ben bu pasaklı dehanın anlattıklarına da anlatım şekline de birkaç dakika dayanabildim. Öte yandan ne üretmiş nasıl bir kuram sahibi dünyada yeri neresi diye küçük çaplı araştırma yaptım, bir sinek vızıltısı kadar ses getirdiğini, kopyacı ve etkilendiği felsefi alanları bile bilemeyecek kadar savruk fikirlerinin olduğunu gördüm. Durdum düşündüm; bu mu yani dedim, bu mu? Mezarının başına viski şişeleri atmak, bir markanın sigarasıyla doldurmak, ondan geriye,  akılda kalan sadece bu kadar, ne hazin… Öte yandan; saçı sakalı birbirine karışmış, barakada yaşadığı için alkış ve takdir delisi edilmiş bir müzisyen var ki; bir tek bestesinden sonra adı sıkça söz edilince dahası için kendini zorladıkça, sanatının girdabında sürüklenmeye başlamış. Çünkü bu beste ya tesadüfen veya yardım alarak yaptığı için bir dahası olmamış. Birçok ödül aldırılmış, balon gibi şişirilmiş. Gündem yapılmış, gözümüze sokulmuş, geriye ne kalmış bilinmiyor. Parası bittiği için bohem hayatın kollarına düşmüş, dâhiliğinden değil… Bu konularda ben külliyen yanlış düşünüyor olabilirim. Yanlış değerlendiriyor olabilirim ve hatta haksızlık etmiş olabilirim, peşinen özür dilerim. Ama arkadaş, ettiğiniz iyilik ürküttüğünüz kurbağaya değsin diye bir deyim vardır Anadolu’da. Bunu söyleyen irfan sahibi köylü insanlar veya halktan dediğimiz sıradan insanlardır. Bu yazıdan benim çıkarımım; arkadaş önce üret, aklını feda edecek kadar aklını yor, çalış, yorul son nokta zaten irfan sahibi olunca dünya malını veya dünyevi zevkler fazla ilgini çekmez. Zamanı gelince bile isteye kenara çekilirsin, hoşlanmaz olursun daha önceki zevklerinden. Protest bir hayatı hak etmen için zirveye çıkmış, üretmiş, her şeyi fark etmiş, felsefeler geliştirmiş olman lazım. Bir kuram sahibi olduğun zaman istediğin şekilde hayat yaşarsın, istersen çırılçıplak gez o zaman. Ama işte o zaman… Boş yere saçı sakalı karışmış, alkol veya başka şeylerin müptelası olmuş insan görmek istemiyoruz. Bunların dahi olarak tanımlanmasına da artık tahammülümüz kalmadı. Bir yıkanın, arının, insan içine çıkın, ne diyecekseniz temiz bir dille söyleyin, sonra neyi protesto edecekseniz edin. Karşı geldiğiniz fikrin bedelini ödeyin, söz; ben, işte o zaman sizlerle kulübe de, çadırda, dağ başında sefil hayat sürmeye adayım. Son söz olarak; lüks bir hayatım var ve bunu terk etmişsem bir şey terk etmiş olurum, olmayan ve hiç yaşamadığım bir şeyi terk ettiğimi iddia edemem. İnandırıcı olmaz, sahtelik kokar. Lüks arabandan inip, at arabasında seyahat etmek çok güzel bir deneyim, zaten hep at arabasında olan için sıradan bir yaşam deneyim olmaz, bilmem anlatabildim mi? Kişinin ürettiğine bakıyoruz artık biz, çay içiyorum denize karşı, hafif bir meltem yüzümü okşuyor, gerisini vakti gelince yaşarım. Esen kalın.
Ekleme Tarihi: 14 Temmuz 2021 - Çarşamba

Dahi sandığımız pasaklılar

[simple-author-box]

Tolstoy’a tren istasyonunda ölmeyi arzu ettiren ve buralara sürükleyen süreç aslında “Köylüler, onlar nasıl ölüler ki” merakıdır diye düşünüyorum. Hayatı bolluk içinde, bazen serüvenlerle geçen yazar, ölüm şekliyle hayat anlayışına son noktayı koymuştur. Köylülerin nasıl öldüğünü deneyimlemiş ama bunu bizlere ne yazık ki anlatamamıştır. Delirmek bile aklın varsa mümkündür, olmayan bir şeyi yitiremezsin!

Balzac, Dosteyevski, Zola gibi yazarlar ihtişamın doruklarındayken sefil bir hayatları olsa nasıl olurdu diye düşünüp, zaman zaman, halktan birilerinin dünyalarına girip deneyimlemiştir ki buna en iyi örnek Balzac’tır. İnsan ilişkilerinden mütemadiyen kaçarken, ancak gözlem ve romanında konu etmek istedikleriyle yakın temasa geçtiği söylenir. Onlar zirvedeydi, aşağıya inip bohem bir yaşamı hak edenlerdi.

Konunun başlığı ve verilen örnekler hep yabancı düşünür ve yazarlar olması bir tesadüf değildir. Bile isteye bu örnekleri veriyorum. Arada tezat var diye düşünebilirsiniz ancak ben tam da bundan bahsetmek istiyorum.

Üretmiş ve yaptığı işin zirvesinde olan, bedel ödemiş, hayatından çıkarımlar yaparak bunu bizlerle paylaşmış çok az insan var memleketimizde. Bunu genellemek veya yüzdelemek istemiyorum ancak birçoğunun hak etmediği bir unvana sahip olduğu gözlenmektedir. Dahi, filozof, düşünür diye adlandırılan bazı sanatçı, akademisyenlerin çoğu “mış” gibi bir hayatın “mış” gibi aktörleridir. Taklit etmekten öte gidememiş, gizliden, özenerek örnek seçtiklerinin hayatlarını taklitten öte geçememişlerdir.

İsim vermekten korkuyor muyum acaba diye düşündüm! Korku değil ancak, hayatlarını doğrudan bilmediğim, sadece ürettiklerinden yola çıkarak analiz ettiğim için başka yönleri mükemmel olabilir, bize yansıyan yönünü ele almak istediğimim için isim vermekten vazgeçtim.

O bir akademisyen, o bir pasaklı adam, bildiğiniz karakter yapısı bakımından pasaklı ve dağınık ama bir grup tarafından öyle ilahlaştırılmış ki, söylediği her söz felsefe boyutunda algılanıp, deha olarak nitelendirilmiştir. Söylediği her söze “Deha konuştu” gibi yakıştırmalar yapılmıştır.

Ben de merak edip videolarını dinlemeye karar verdim. Söylediği felsefe dolu diye adlandırılan birçok sözü veya anlattığı şeyleri bizim kültürümüzde güngörmüş dediğimiz ve mahallemizde ki, bakkal, manav veya yaşlılarımızın irfan sahibi dediklerimizden, fazla olmadığını gördüm. Saatlerimi ayırdım, insanların deha olarak gördüğü, ancak benim göremediğim, belki kaçırdığım bir şey vardır diye kendimi yordum durdum. Sonra dedim ki ya ben anlamıyorum, ya bu adam deha değil. Saçı sakalı karışmış, hırpani kılıklı, pis koktuğu söylenen bu adam, sadece karakteri böyledir, felsefesi gereği öyle değildir dedim ve rahatladım.

Baya bir okul okumuş, çaba sarf etmiş, ancak benim için o, sıradan birisi olmadığının tek göstergesi, hayat görüşü marjinal olduğu ve o nedenle ilgi çekmişin dışında bir çıkarım geliştiremedim. Ben bu pasaklı dehanın anlattıklarına da anlatım şekline de birkaç dakika dayanabildim.

Öte yandan ne üretmiş nasıl bir kuram sahibi dünyada yeri neresi diye küçük çaplı araştırma yaptım, bir sinek vızıltısı kadar ses getirdiğini, kopyacı ve etkilendiği felsefi alanları bile bilemeyecek kadar savruk fikirlerinin olduğunu gördüm. Durdum düşündüm; bu mu yani dedim, bu mu? Mezarının başına viski şişeleri atmak, bir markanın sigarasıyla doldurmak, ondan geriye,  akılda kalan sadece bu kadar, ne hazin…

Öte yandan; saçı sakalı birbirine karışmış, barakada yaşadığı için alkış ve takdir delisi edilmiş bir müzisyen var ki; bir tek bestesinden sonra adı sıkça söz edilince dahası için kendini zorladıkça, sanatının girdabında sürüklenmeye başlamış. Çünkü bu beste ya tesadüfen veya yardım alarak yaptığı için bir dahası olmamış. Birçok ödül aldırılmış, balon gibi şişirilmiş. Gündem yapılmış, gözümüze sokulmuş, geriye ne kalmış bilinmiyor. Parası bittiği için bohem hayatın kollarına düşmüş, dâhiliğinden değil…

Bu konularda ben külliyen yanlış düşünüyor olabilirim. Yanlış değerlendiriyor olabilirim ve hatta haksızlık etmiş olabilirim, peşinen özür dilerim. Ama arkadaş, ettiğiniz iyilik ürküttüğünüz kurbağaya değsin diye bir deyim vardır Anadolu’da. Bunu söyleyen irfan sahibi köylü insanlar veya halktan dediğimiz sıradan insanlardır.

Bu yazıdan benim çıkarımım; arkadaş önce üret, aklını feda edecek kadar aklını yor, çalış, yorul son nokta zaten irfan sahibi olunca dünya malını veya dünyevi zevkler fazla ilgini çekmez. Zamanı gelince bile isteye kenara çekilirsin, hoşlanmaz olursun daha önceki zevklerinden. Protest bir hayatı hak etmen için zirveye çıkmış, üretmiş, her şeyi fark etmiş, felsefeler geliştirmiş olman lazım. Bir kuram sahibi olduğun zaman istediğin şekilde hayat yaşarsın, istersen çırılçıplak gez o zaman. Ama işte o zaman…

Boş yere saçı sakalı karışmış, alkol veya başka şeylerin müptelası olmuş insan görmek istemiyoruz. Bunların dahi olarak tanımlanmasına da artık tahammülümüz kalmadı. Bir yıkanın, arının, insan içine çıkın, ne diyecekseniz temiz bir dille söyleyin, sonra neyi protesto edecekseniz edin. Karşı geldiğiniz fikrin bedelini ödeyin, söz; ben, işte o zaman sizlerle kulübe de, çadırda, dağ başında sefil hayat sürmeye adayım.

Son söz olarak; lüks bir hayatım var ve bunu terk etmişsem bir şey terk etmiş olurum, olmayan ve hiç yaşamadığım bir şeyi terk ettiğimi iddia edemem. İnandırıcı olmaz, sahtelik kokar. Lüks arabandan inip, at arabasında seyahat etmek çok güzel bir deneyim, zaten hep at arabasında olan için sıradan bir yaşam deneyim olmaz, bilmem anlatabildim mi?

Kişinin ürettiğine bakıyoruz artık biz, çay içiyorum denize karşı, hafif bir meltem yüzümü okşuyor, gerisini vakti gelince yaşarım. Esen kalın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.