Mehmet Akif Işık
Köşe Yazarı
Mehmet Akif Işık
 

İlk Çağlardan Bugüne Deprem

Depreme karşı en dayanıklı yerler zemini sağlam olan arazi parçaları, kısacası, kayalık alanlar ve dağlardır. Ancak insanoğlu barınma mekânlarını yaparken bunu hesaba katmamış ve kendince en uygun yerleri; su kenarlarını, ulaşımı kolay olan ve verimli topraklara yakın olan bölgeleri tercih etmiştir. İlk çağlarda henüz nüfusun çok az olduğu dönemlerde barınma mekânı olarak mağaralar ve basit kulübeler seçildiği için, depremden, büyük bir korkuya kapılma dışında, maddi ve bedeni olarak fazlaca etkilenildiğini sanmıyoruz. Aradan geçen yıllar zarfında nüfusun da artmaya başlamasıyla artık toplu yerleşim yerleri yapılmaya başlanmış ve dolayısıyla da kolayca ulaşılabilen taş ve toprak kullanılmak suretiyle yapılar inşa edilmiştir. Ören yerlerinde ve antik yerleşim yeri izlerini taşıyan alanlarda yapılan arkeolojik kazılarda; bu yerleşim yerlerinin bir kısmının yangın ve savaşlar neticesi yok olduğu tespit edilmiş ise de büyük bir çoğunluğunun da depremler sonucu ortadan kalktığı gerçeği ile karşılaşmaktayız. Yakılan, yıkılan bu yerleşim yerlerinde yaşayanların bir kısmı bu yerleri terk edip başka alanlarda yaşantılarını sürdürmüş iseler de birçok yerleşim yerinde yine hayatın devam etmiş olduğunu görmekteyiz. Günümüzde olduğu gibi enkaz kaldırabilecek araç ve gereç olmadığı için yıkılan yapılarda küçük oranda bir düzeltme yapıldıktan sonra bu kalıntılar üzerine yeni binalar inşa edilmiş ve bu işlemin tarih boyunca defalarca tekrar etmiş olduğunu da görebilmekteyiz. Anadolu’nun birçok yerinde yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan kalıntıların incelenmesinden; bu yerleşim yerlerinin birden fazla yıkılıp yeniden inşa edilmiş oldukları, dolayısıyla bu katmanların üst üste birikmesiyle Höyüklerin oluştuğunu görmekteyiz. Yapılın kazılar sonucu elde edilen verilere dayanarak; Çanakkale yakınlarında bulunun Truva’da 9, Mersin yakınlarındaki Yümüktepe’de 32, Tarsus yakınlarındaki Gözlükule’de de 27 yapı katmanı tespit edilmiş, ancak bunlar da sonunda yerle bir olmuştur. Yapı kalıntılarının bir kısmında, duvarların ve temellerin kaymış olduğu, dolayısıyla şiddetli deprem izleri açıkça görülebilmektedir. Şiddetli depremin en bariz örneğini de Aydın’ın Ortaklar Beldesinde bulunan “Magnesia Örenyeri”nde yapılan kazılar sonucunda görebilmekteyiz. Roma çağında meydana gelen bu depremde şehrin en büyük yapılarından birinin alınlıklı ön yüzeyinin depremin şiddetiyle yere çakılması sonucu, alınlığın izinin olduğu gibi zemin üzerine çıktığı rahatlıkla izlenebilmektedir. Deprem sonrası yapıların yıkılması neticesinde büyük zayiatlar meydana geldiği için, bu konuda antik çağlarda da bazı tedbirler alındığını görmekteyiz. Çorum iline bağlı Boğazkale İlçesinde bulunan, Hitit’lerin başşehri olan Hattuşaş’da (Boğazköy) yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan bir tablette; Hitit Kralının kale komutanlarına emirlerini içeren fermanında: “Taş temel üzerine kerpiç duvar örmeye dikkat edilsin, üzerine sıva sıvansın, sonra o sıvanın üstü düzeltilsin. Büyük kapıların içi ve dışı taş ile aynı biçimde inşa edilsin. Ayrıca kentte kanal künkleri kirletilmesin” demek suretiyle o günün şartlarına göre tedbirlere başvurulduğunu görmekteyiz. Sonraki yıllarda; bazı yörelerde yapılarda kesme taş, bazı yörelerde de ahşap malzemeler bolca kullanılmış, 19. Yüzyılın başından itibaren de “Betonarme” yapılar hayatımıza girmeye başlamıştır. 1894 yılında İstanbul’da meydana gelen büyük deprem sonrası Dolmabahçe Sarayı kompleksi içerisinde, depreme dayanıklı olduğu düşünülerek, ahşap köşk yapılmıştır. O dönemde “Deprem” için  “Hareket” tabiri kullanılmış olduğundan, yapılan binaya da “Hareket Köşkü” adı verilmiştir. Bu köşkün de duvarlarında çimento sıva kullanılmıştır.  Çimento ve demir kullanılmak suretiyle yapılan “Betonarme” binaların da depremlerde yıkıldığı görüldüğünden, yapılan araştırmalarda bu yapılarda eksik malzeme kullanıldığı için çabucak yıkıldıkları anlaşılmış ve günümüzde artık “Deprem öldürmez, yapı öldürür” gerçeği ortaya çıkmıştır. Birçok ülke çok önceleri bunun tedbirini almış ve depreme dayanıklı binalar üretmeye başlamıştır. Örnek olarak Japonya’yı vermek isterim: 5 Haziran 1990 tarihinde Kültür Bakanlığınca Tokyo İdemitsu Müzesi’nde açılacak olan serginin açılış merasimine katılmak üzere bazı görevlilerle birlikte Japonya’ya gittik, Tokyo Havaalanı’nda bizi sergi koordinatörlerinden Japon Profesör Takahashi karşıladı. Takahashi Türkiye’de Türkoloji tahsili yaptığı için Türkçeyi gayet iyi konuşuyordu. Havaalanından Tokyo’ya doğru giderken bize Japonya hakkında bazı bilgiler vermeye başladı. “Japonya’da hemen hemen her gün çok sayıda deprem olduğunu, bunların birçoğunun hissedilmediğini, depremi hissettiğimiz anda, otelde isek dışarı çıkmamamızı, dışarıda isek hemen bir binaya sığınmamızı, zira binalarının depreme dayanıklı olarak yapıldığını, dışarıda ise başımıza bir tabela, pencere camı veya çatılardan herhangi bir şey düşebileceğini” söyledi. Takahaşi Türkiye’de tahsil gördüğü için, bizde bunun tam tersinin olduğunu (yani deprem sırasında evlerden dışarı kaçtığımızı bildiği) için bize özellikle bu hatırlatmayı yapmıştı. Türkiye’de de artık yıllar sonra bile olsa; birçok acı deneyimden sonra, bu konuda ciddi çalışmalar yapılmakta olduğunu görmek bizleri mutlu etmektedir.
Ekleme Tarihi: 23 Kasım 2022 - Çarşamba

İlk Çağlardan Bugüne Deprem

Depreme karşı en dayanıklı yerler zemini sağlam olan arazi parçaları, kısacası, kayalık alanlar ve dağlardır. Ancak insanoğlu barınma mekânlarını yaparken bunu hesaba katmamış ve kendince en uygun yerleri; su kenarlarını, ulaşımı kolay olan ve verimli topraklara yakın olan bölgeleri tercih etmiştir. İlk çağlarda henüz nüfusun çok az olduğu dönemlerde barınma mekânı olarak mağaralar ve basit kulübeler seçildiği için, depremden, büyük bir korkuya kapılma dışında, maddi ve bedeni olarak fazlaca etkilenildiğini sanmıyoruz. Aradan geçen yıllar zarfında nüfusun da artmaya başlamasıyla artık toplu yerleşim yerleri yapılmaya başlanmış ve dolayısıyla da kolayca ulaşılabilen taş ve toprak kullanılmak suretiyle yapılar inşa edilmiştir.

Ören yerlerinde ve antik yerleşim yeri izlerini taşıyan alanlarda yapılan arkeolojik kazılarda; bu yerleşim yerlerinin bir kısmının yangın ve savaşlar neticesi yok olduğu tespit edilmiş ise de büyük bir çoğunluğunun da depremler sonucu ortadan kalktığı gerçeği ile karşılaşmaktayız. Yakılan, yıkılan bu yerleşim yerlerinde yaşayanların bir kısmı bu yerleri terk edip başka alanlarda yaşantılarını sürdürmüş iseler de birçok yerleşim yerinde yine hayatın devam etmiş olduğunu görmekteyiz. Günümüzde olduğu gibi enkaz kaldırabilecek araç ve gereç olmadığı için yıkılan yapılarda küçük oranda bir düzeltme yapıldıktan sonra bu kalıntılar üzerine yeni binalar inşa edilmiş ve bu işlemin tarih boyunca defalarca tekrar etmiş olduğunu da görebilmekteyiz. Anadolu’nun birçok yerinde yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan kalıntıların incelenmesinden; bu yerleşim yerlerinin birden fazla yıkılıp yeniden inşa edilmiş oldukları, dolayısıyla bu katmanların üst üste birikmesiyle Höyüklerin oluştuğunu görmekteyiz. Yapılın kazılar sonucu elde edilen verilere dayanarak; Çanakkale yakınlarında bulunun Truva’da 9, Mersin yakınlarındaki Yümüktepe’de 32, Tarsus yakınlarındaki Gözlükule’de de 27 yapı katmanı tespit edilmiş, ancak bunlar da sonunda yerle bir olmuştur. Yapı kalıntılarının bir kısmında, duvarların ve temellerin kaymış olduğu, dolayısıyla şiddetli deprem izleri açıkça görülebilmektedir. Şiddetli depremin en bariz örneğini de Aydın’ın Ortaklar Beldesinde bulunan “Magnesia Örenyeri”nde yapılan kazılar sonucunda görebilmekteyiz. Roma çağında meydana gelen bu depremde şehrin en büyük yapılarından birinin alınlıklı ön yüzeyinin depremin şiddetiyle yere çakılması sonucu, alınlığın izinin olduğu gibi zemin üzerine çıktığı rahatlıkla izlenebilmektedir.

Deprem sonrası yapıların yıkılması neticesinde büyük zayiatlar meydana geldiği için, bu konuda antik çağlarda da bazı tedbirler alındığını görmekteyiz. Çorum iline bağlı Boğazkale İlçesinde bulunan, Hitit’lerin başşehri olan Hattuşaş’da (Boğazköy) yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılan bir tablette; Hitit Kralının kale komutanlarına emirlerini içeren fermanında: “Taş temel üzerine kerpiç duvar örmeye dikkat edilsin, üzerine sıva sıvansın, sonra o sıvanın üstü düzeltilsin. Büyük kapıların içi ve dışı taş ile aynı biçimde inşa edilsin. Ayrıca kentte kanal künkleri kirletilmesin” demek suretiyle o günün şartlarına göre tedbirlere başvurulduğunu görmekteyiz. Sonraki yıllarda; bazı yörelerde yapılarda kesme taş, bazı yörelerde de ahşap malzemeler bolca kullanılmış, 19. Yüzyılın başından itibaren de “Betonarme” yapılar hayatımıza girmeye başlamıştır. 1894 yılında İstanbul’da meydana gelen büyük deprem sonrası Dolmabahçe Sarayı kompleksi içerisinde, depreme dayanıklı olduğu düşünülerek, ahşap köşk yapılmıştır. O dönemde “Deprem” için  “Hareket” tabiri kullanılmış olduğundan, yapılan binaya da “Hareket Köşkü” adı verilmiştir. Bu köşkün de duvarlarında çimento sıva kullanılmıştır. 

Çimento ve demir kullanılmak suretiyle yapılan “Betonarme” binaların da depremlerde yıkıldığı görüldüğünden, yapılan araştırmalarda bu yapılarda eksik malzeme kullanıldığı için çabucak yıkıldıkları anlaşılmış ve günümüzde artık “Deprem öldürmez, yapı öldürür” gerçeği ortaya çıkmıştır. Birçok ülke çok önceleri bunun tedbirini almış ve depreme dayanıklı binalar üretmeye başlamıştır. Örnek olarak Japonya’yı vermek isterim: 5 Haziran 1990 tarihinde Kültür Bakanlığınca Tokyo İdemitsu Müzesi’nde açılacak olan serginin açılış merasimine katılmak üzere bazı görevlilerle birlikte Japonya’ya gittik, Tokyo Havaalanı’nda bizi sergi koordinatörlerinden Japon Profesör Takahashi karşıladı. Takahashi Türkiye’de Türkoloji tahsili yaptığı için Türkçeyi gayet iyi konuşuyordu. Havaalanından Tokyo’ya doğru giderken bize Japonya hakkında bazı bilgiler vermeye başladı. “Japonya’da hemen hemen her gün çok sayıda deprem olduğunu, bunların birçoğunun hissedilmediğini, depremi hissettiğimiz anda, otelde isek dışarı çıkmamamızı, dışarıda isek hemen bir binaya sığınmamızı, zira binalarının depreme dayanıklı olarak yapıldığını, dışarıda ise başımıza bir tabela, pencere camı veya çatılardan herhangi bir şey düşebileceğini” söyledi. Takahaşi Türkiye’de tahsil gördüğü için, bizde bunun tam tersinin olduğunu (yani deprem sırasında evlerden dışarı kaçtığımızı bildiği) için bize özellikle bu hatırlatmayı yapmıştı.

Türkiye’de de artık yıllar sonra bile olsa; birçok acı deneyimden sonra, bu konuda ciddi çalışmalar yapılmakta olduğunu görmek bizleri mutlu etmektedir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (5)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
İsmet Taş
(23.11.2022 13:55 - #217)
abi Eline diline gönlüne yüreğine sağlık
Mehmet Akif Işık Teşekkürler..
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
İsmet Taş
(23.11.2022 13:55 - #218)
abi Eline diline gönlüne yüreğine sağlık
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Mehmet emin güzel
(23.11.2022 14:26 - #219)
Evet deprem öldürmez ,yapı öldürür .onun içinde temel yağışınızda ser zemin dediğiniz gibi kayalık olması lazım.Böylece bizim için çok önemli olan Tarım arazilerini korumuş oluruz yazınız çok önemli konuları ele almıştır.teşekkürler
Mehmet Akif Işık Teşekkürler
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Yusuf Ziya Acun
(23.11.2022 15:24 - #220)
İnşallah yaşadıklarımızdan ders çıkarırız . Yusuf Ziya Acun
Mehmet Akif Işık Teşekkür ederim..
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Yusuf Ziya Acun
(23.11.2022 15:24 - #221)
İnşallah yaşadıklarımızdan ders çıkarırız . Yusuf Ziya Acun
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.