Rıfat Çakır
Köşe Yazarı
Rıfat Çakır
 

Dağ başında bir hayat

Resimlerini gördüğünüz bu yer, Yozgat Saraykent Ozan Beldesindeki Kızıldağ mevkii. Babacan misafirperverliği ve eşsiz hanedanlığıyla tüm gönüllere taht kurmuş, pırlanta yürekli Bekçi Memmed Emmim ve Fadime Bibimin huzur mekanları burası. Teknoloji giremez! Teknolojinin en basiti dahil, herşeyden ve herkesten uzak evleri, ahırı, samanlığı, kümesi ve güllerle süslü bahçeleri... 8 km yakınlarına kadar çevrede hiç bir yerleşim yok. Dağ, taş, orman ve vahşi hayvanlarla dolu. Dedik ya 2100 rakımlı Kızıldağ’ın başı.   Bitki örtüsü irili ufaklı ağaç ve sulak çayırlarla kaplı. Yol yok, elektrik yok, internet yok, telefon çekmiyor. Her tarafa eşekle ya da yürüyerek iz gibi gözüken ince ince patika yollardan ulaşılıyor. Altı yüksek araba veya traktörle birazcık yakınlara ancak gelebiliyorsunuz. Mevsimin ilk karı buraya yağıyor ve uzun süre kalkmıyor. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı bir efsun. Fırtına uğultusu, kuş cıvıltısı, vaşak, tilki, domuz ve kurt ulumaları haricinde hiçbir ses duyamıyorsunuz. Hele o Puhu, Baykuş, Kuzgun ve Alopal kuşlarının desibeli ekolu, korku filmi müziklerini andırır, tüyleri diken diken eden ürkünç ötüşü…  Kalın taş duvarlı damlar, demir korunaklı toplu (Pencere), “Bıcahlıh”lı kiler, şömine ocağıyla başında “Dokkü” (Ot-çöp, gazel, kesmik gibi yakılacak malzeme) yığılı geniş tandır, “Depe Deliği” dediğimiz küçük temekli aydınlatmalarıyla içleri alaca karanlık ahır, ağıl, samanlık, kümes, güvercinlik; etrafı çitle çevrili, mal gübresi sıvalı sepet kovanlar, yaz-kış eksik olmayan sebze ve meyvelerle faal bağ-bahçe… Rengarenk kuşlar, kelebekler, kuzular, civcivler, mantarlar, çiğdemler, kardelenler…. Burası saklı bir cennetin tezahürü adeta...  Zemherinin, Karakışın ortasında bile, karanlık kuytularda köklü tefekleriyle “Goşma” lara (Ağaç döşeli tavan araları) asılı üzümler, domatesler, biberler, mısırlar, soğanlar, ot kuruları… Saman üzerine serili kavunlar, karpuzlar, patatesler, armutlar, kabaklar… Tahta küleklere basılı tuzlanmış tereyağlar, sızgıtlar, toprak çanaklara basılı, kuma yatırılmış guvermiş çokelikler, araları saman katmanlarıyla sınırlanmış sepet sepet yumurtalar, bakır helkelere alınmış saf petek ballar… Kalın kendir çuvallara yığılı ilkel tarım teknikleriyle yan tarlada yetişip, tırpanla biçilmiş, taş değirmende öğüttülmüş gübresiz-katkısız tam buğday unları… Kurutulmuş kemikli etler, el yapımı sucuklar, yaş tarhana, pekmez, turşu, çalma, ekşi, şerbet ve ravan küpleri, bol yumurtalı erişteler, Toprak “Helgir”(buğday ambarı) lere saklı mercimek, nohut, fasulye vs. bakliyat….. Yav Hazın Damlarından bereket fışkırıyor bereket..     Bahçeleri de öyle.. Kışın bile yer elmasından, turpuna, pürçeklisinden pancarına, ıspanak, pırasa, üstü kapalı tahta kasalarda yetişen yeşil soğan, sarımsak, maydanoz, nane… Sabah kalkınca folluğundan toplanılan onlarca yumurta, sağılan taze süt, çanağından kaşıkla sahana teşilen guvermiş çokelik, deri torbada Mayıstan Kasıma kadar bekletilmiş taş gibi katı yağlı yoğurt, hepsi katkısız tereyağ, bal, üzüm…  Saman üzerine serili, Ocak ayına kadar muhafaza edilmiş buruşuk domates-biber,  her mevsim bahçede mevcut maydonoz, nane; düğümlü tefeğinden çözülerek alınan bir de kuru soğan.. Düşünsene kış ortasında taze çoban salatası… Yetmedi, soba üzerinde yufka ekmeği gevredip arasına çemen, çokelik, deri yoğurdu, sızgıt, tereyağ dürüp, gom gibi bir dürüm… Yarabbi bu nasıl bir huzur, bu nasıl lezzet, bu nasıl afiyet, bu nasıl bir bereket…. Emmim ile Bibim… Evet güzel insanlar.. Bu lezzet ve bereketle dolu hanenin ahırı, ağılı, kümeslikleri, folluklar, kovanlıklar cıvıl cıvıl.. Hepsi ayrı ayrı bölümlerde mukim eşeği, koyunları, inekleri,  köpekleri, kedileri, tavuklar, kazlar, ördekler, arılar ve güvercinleriyle sadece ve sadece Memmet Emmim ve Fadime Bibim yaşıyor. Hepsininde yemini, yalını, suyunu, samanını, tımarını, sevgisini, ilgisini bu iki güzel insan gerçekleştiriyor. Bağına, bahçesine, hayvanlarına, çiçeklerine yüreklerinden Tuna Nehri gibi sevgi ve merhamet akıtıyorlar. Dağ başındaki bu huzur yumağında hepsine ve her işe fazla fazla yetişiyorlar. . Borsa düşmüş, Dolar yükselmiş, hükümet değişmiş, Avrupa ülkeleri sıkıntı çıkarmış, Japonya’da deprem olmuş, Ortadoğu’da insanlar ölmüş, Amerika karışmış, denizler kirlenmiş, trafik sıkışmış, işsizlik çoğalmış, enflasyon yükselmiş, miş, mış mış.. Umurlarında bile değil. Tgelefonu televizyonu yokki morallari bozulsun. Onların tek derdi hayvanların yemi-yalı-suyu verildimi, inek gelmedi, dana emmedi, eşşek doymadı, şu tarafta kurt var, ayı kovanlara dalıyor, tilkiler tavukları gözetliyor, domuz sürüleri bahçeyi talan ediyor, kuşlar üzümleri didiyor, horozlar birbirine saldırıyor, şu kuzu arık kaldı, şu inek sütten kesildi, şu köpek ürmüyor, şu kedi dışarıda kaldı vs. vs. gibi sevimli telaşeler. Tüm endişeleri doğal ve yürek ısıtan cinsten.   Ben, eşim ve çocuklarım hepimiz Memmed Emmime, Fadime Bibime, Ozan Kasabasına, Kızıldağ’a ve bu efsunlu mekana adeta aşığıyız. Kış-yaz defalarca gider, misafirleri oluruz. Bu evde, bu ortamda konaklarız. Yıldızların en güzelini orda görürüz. Lezzetin, muhabbetin en şahikasına orda doyarız. Havanın en temizini orda solur, suyun en berrağını orda içeriz. Koyun severiz, kuzu severiz, eşeğe bineriz, süt sağarız, folluktan yumurta toplarız, pınardan su çekeriz, soba yakarız, bahçeden yer elması-pürçekli söker, kartopu oynar, kızak kayarız.. Hanıma-çocuklara desem ki; “Sizi Karaibler’e, Havai’ye, Azor Adaları’na, Mairitius’a, Seyşeller’e mi tatile götüreyim, yoksa Kızıldağ’a mı” desem, “O dediğin yerler batsın, elbetteki Kızıldağ” derler. İliklerinize kadar huzuru yansıyan bu mekanın, bu ortamın atmosferini kim tarif edebilir ki, ben tarif edeyim size. Kurt, tilki nöbeti! Kış günlerinin adrenali, efsunu Kızıldağ’da daha bir başka. Kaç defa ürkünç sesler üzerine geceleri Üzeyir Sevim Başkan, Bilal İpek Bey, Memmet Dayım ve Fadime Bibimle kalkıp kalkıp; koyunlara kurt, tavuklara tilki, vaşak; bahçeye domuz, kovanlara ayı gelmiş olabilir diye tüfekle ahırların, kümesliklerin, kovanların etrafında devriye gezdik. Korkusu, heyecanı, gizemi inanın anlatılamaz. Deli-dolu bir macera alanı. Gökyüzü ışıl ışıl. Ay ve yıldızların şavkı bambaşka. Doğa tamamen çiçekler, kuşlar, kelebekler ve bemberrak sularla dekore edilmiş. Coğrafyası estetik, atmosferi egzotik.. İnsan sesi istesenizde duyamaz, duyuramazsınız. Gaz lambası, idare, ilikmen ve çırayla aydınlanıyor, eşekle ulaşım sağlıyor, buzdolabı, televizyon, radyo görmüyorsunuz. Kış-yaz hava buz gibi ve sürekli soba yanıyor. Kendinizi ıssız bir adaya düşmüş Robenson Krizau gibi hissediyorsunuz..  Çay ve yemekler odun, kerme, çitilgi, yapma ve tezek ateşinde pişiyor. Tüm yemekler genelde koyun, tavuk, kaz eti, bulgur pilavı, sac arası çörek, yufka ekmek eşliğinde Allah ne verdiyse artık... Her taraftan çayı tavşan kanı gibi çıkan aroması yüksek memba tadında kaynak suları akıyor. Sobada patates, hedik, kavurga ve kesintisiz çay. Üstünde gevredilen taş değirmen unundan tam buğday ekmeğinin kokusunu hele hiç anlatamam. Oraya gittiğimdede, oradan ayrıldığımdada aklım hep orda kalır. Günlerce macera dolu rüyalarını görürüm. Üzerimde biriken ne kadar stres ve sıkıntı varsa adeta hepsininde uçuştuğunu seyrederim. Gençleşirim, dinçleşirim, mutluluğun ve huzurun zirvesine çıkarım. Ne şanslıyım ki bu güzel insanları tanıyor, ne mutluyum ki yirmibirinci yüzyılda böyle doğal, katkısız ve bereketli lezzetlerle doyuyorum. Şükürler üzerine şükürler ediyordum... Takdiri İlahi… Maalesef hep böyle der der övünürdüm. Yaz-kış her hafta koşa koşa gittiğim bu bereket yuvasının altın kalpli sahipleri Memmed Emmim de, Fadime Bibim de geçtiğimiz yıl Hak'kın rahmetine kavuştular.  Heyecanını, korkusunu, muhabbetini, lezzetini ve efsununu tarifte güçlük çektiğim bu efsane mekan tamamen kapandı. O cennet bahçeyi, o güzel evi, kuş cıvıltıları, inek höğürtüleri eşek anırması, koyun-kuzu melemeleri, köpek havlaması, kedi miyavlaması, kur yapan güvercinlerin ötüşü, gıdaklayan tavuklar, öten allı-güllü horozlar, yaprak hışırtıları, deli deli esen rüzgar-fırtına uğultuları gibi korkuyla karışık huzur veren senfonileri andıran rüya gibi melodilerle süslü ahırları, ağılları, kümesleri ve damları dikenli otlar bürüdü. Kalın taş duvarları yıkılan, hertarafına hırsızlar dadanan, yılanın, çıyanın vahşi hayvanların yuvası olan bu kutsi mekan artık bir virane…    Ama bu memlekete yüreğinden sevdalı Üzeyir Sevim ve Halime Sevim adında iki pırlanta yürek daha çıktı ve herkesi harekete geçirdi. İkramlar, dualar Üzeyir Sevim Başkanım ve Halime Sevim yengem, başta Memmed Emmimin büyük oğlu Bilal İpek ve eşi Elif İpek olmak üzere hepsi birbirinden pırlanta yürekli çocukları Mehmet İpek, Yusuf İpek, Mahmut İpek, gelinleri Ayşegül İpek, Dilek İpek, Cemile İpek, kızları Damla Hanım, Döndü Hanım, Fatma Hanım ve Ayşegül Hanımla birlikte bu güzel mekanı pırıl pırıl ettiler. Kırığı-çıkığı onardılar. En güzel eşyalarla döşediler. Misafirlerine iftar yemeklerini orda veriyorlar. Mevlütlerini orda okutuyorlar. Sobada çörekler yapıp ikram ediyorlar. Onlarında o hanede çayı, çorbası hiç eksik olmadan kesintisiz kaynatıyorlar. Açık sofraları ve cömert elleriyle tüm gelen misafirlere sofra kurup, Memmed Emmimin ve Fadime Bibimin ruhlarına en samimi duaları yolluyorlar.     Ozan Belediye Başkanı Mustafa İleri, Eski Belediye Başkanı Mustafa Cansever, Belekcehan Belediye Başkanı Şahin Arısoy, Doğankent Belediye Başkanı Doğan Sungur, Ozan Kasabasında en sevilen güzel insanlar Mehmet Sarı, İlyas Sarı, Mahmut Meriç, Nuri Meriç, Osman Meriç, Mustafa Günaydın, Özgür Şen, Mehmet Doğan, Nuri Doğan, İsmail Akyüz, Esat Halat, Yunus Halat, Erol Özbek, Bayram İlhan, Sadettin İlhan, Menderes Özmen, Osman Özmen, Şuayip Cansever, Yunus Halatçı, Hasan Krbt, Selahattin Arıkan, Cemil Yıldırım, Hidayet Ceylan, Alper Kapan, Hamidullah Yaşar, Sinan Avcı, Ahmet Halat, Ahmet Özmen, Yunus Yaşar, Mehmet İlhan, Mustafa İpek, Faruk Meriç, Ali Güler, Kamil İpek, Zeynel Yaşar, Haydar Yaşar, Ömer İpek, Resul İpek, Hasan İpek, Satılmış İpek, İbrahim Ergen, Hayati Sevim, Şener Karabulut, Kelami Akdemir, Osman Şahbaz, İlhan Altun, Murat Babacan, Ertuğrul Kapusuzoğlu, Adnan Yılmaz, Mehmet Durna, Orhan Çınar, Bilal Yılmaz, Sinan Öztürk, İbrahim Ersoy ve Seyit Özbaşı gibi güzel insanlar, bu huzur ve bereket yuvasını sık sık ziyaret ediyorlar. Hepside bu kutsi mekanı tekrar canlandırmak için atağa geçtiler. Her tarafı yıkılan, yıpranan yerlerini tamir edip, ahırı, samanlığı, kümesleri eski canlılığında olmasa bile geçici kullanılabilecek bir durumda tekrar dizayn ettiler. Sohbet, muhabbet ve buluşma yerlerini eski sıklıkta olmasa bile yine Kızıldağ olarak belirlediler. Dârim tezeklerin içlerini oyup saman döşeyerek onlarca güvercin yuvası yaptılar. Tavuk kümesleri kurdular. Köpekler, kediler getirdiler. Hayvanların günlük yemleri, yalları, yiyecekleri hergün orda veriliyor. Arabaların evin önüne kadar gelebileceği şekilde greyderle yol açtırdılar. Elektrik, su bağlattılar. İçini eski otantiğine uymasada tekrar döşediler. Pınarları, olukları tamir ettiler.… Ama, ama, ama…… Zor gidilen, zor dönülen, el değmemiş o doğada keyifle yaşanılan, ilaç, gübre, hile, katılmamış nimetlerle lezzet-bereketle beslenilen, gaz lambasıyla ışınan, teknolojik kirlilikten uzak, temiz hava, yeşil tabiat, memba tadında sular ve hiç kimsenin, hiçbirşeyin bozamayacağı eşsiz huzurla, tarifi imkansız sınırsız bir mutlulukla yaşanılan o ortamdan artık eser yok. Bir insan sesi duyu duymaz sevinçle dışarı çıkıp sizi taa tarlanın başında emsalsiz bir güleryüzle karşılayan Memmed Emmim, Fadime Bibim şimdi yok. Yemyeşil bahçeleri, senfoniyi andırır türlü türlü kuş sesleri, rengarenk kelebekler, dünyanın en zenginin bile bulamayacağı doğal ve bereketli sofraları, “Guzum, yavrım, gurban olduğum” derken gönle akan iltifatları kulaklarda çınlayan bir uğultu artık…    Ama yinede cömert gönüllü, misafirperver, aziz ve asil soylu Ozanlılar o efsane güzellikleri hafızalarda canlı tutmak, unutturmamak adına bu mekanı gelen-geçen herkese sürekli açık tutuyor, asalet gösteriyorlar. Hergün bu dağ başındaki asalet yuvasında misafirleri oluyor ve bir Oğuz kültürü olan Köy Odası Sohbetleri ve ağırlama geleneklerini, orijinaline uygun hiyerarşik felsefesiyle bu mekanda yaşıyor, yaşatıyorlar. Ve bir açık davet Kim olursanız olun, nerden teşrif ederseniz edin, melek ruhlu Memmet Emmimin ve Fadime Bibimin cennetten akseden güzel ruhlarının dolaştığı bu efsunlu mekana sizler de bekleniyorsunuz. Hepinizin gelmesi, görmesi, bu asalet abidesi güzel insanlara dualar okuması, egzotik hanelerinde konaklaması ve eşsiz faziletine, muhabbetine doyması dileklerimle…
Ekleme Tarihi: 17 Kasım 2021 - Çarşamba

Dağ başında bir hayat

Resimlerini gördüğünüz bu yer, Yozgat Saraykent Ozan Beldesindeki Kızıldağ mevkii. Babacan misafirperverliği ve eşsiz hanedanlığıyla tüm gönüllere taht kurmuş, pırlanta yürekli Bekçi Memmed Emmim ve Fadime Bibimin huzur mekanları burası. Teknoloji giremez! Teknolojinin en basiti dahil, herşeyden ve herkesten uzak evleri, ahırı, samanlığı, kümesi ve güllerle süslü bahçeleri... 8 km yakınlarına kadar çevrede hiç bir yerleşim yok. Dağ, taş, orman ve vahşi hayvanlarla dolu. Dedik ya 2100 rakımlı Kızıldağ’ın başı.   Bitki örtüsü irili ufaklı ağaç ve sulak çayırlarla kaplı. Yol yok, elektrik yok, internet yok, telefon çekmiyor. Her tarafa eşekle ya da yürüyerek iz gibi gözüken ince ince patika yollardan ulaşılıyor. Altı yüksek araba veya traktörle birazcık yakınlara ancak gelebiliyorsunuz. Mevsimin ilk karı buraya yağıyor ve uzun süre kalkmıyor. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı bir efsun. Fırtına uğultusu, kuş cıvıltısı, vaşak, tilki, domuz ve kurt ulumaları haricinde hiçbir ses duyamıyorsunuz. Hele o Puhu, Baykuş, Kuzgun ve Alopal kuşlarının desibeli ekolu, korku filmi müziklerini andırır, tüyleri diken diken eden ürkünç ötüşü…  Kalın taş duvarlı damlar, demir korunaklı toplu (Pencere), “Bıcahlıh”lı kiler, şömine ocağıyla başında “Dokkü” (Ot-çöp, gazel, kesmik gibi yakılacak malzeme) yığılı geniş tandır, “Depe Deliği” dediğimiz küçük temekli aydınlatmalarıyla içleri alaca karanlık ahır, ağıl, samanlık, kümes, güvercinlik; etrafı çitle çevrili, mal gübresi sıvalı sepet kovanlar, yaz-kış eksik olmayan sebze ve meyvelerle faal bağ-bahçe… Rengarenk kuşlar, kelebekler, kuzular, civcivler, mantarlar, çiğdemler, kardelenler…. Burası saklı bir cennetin tezahürü adeta...  Zemherinin, Karakışın ortasında bile, karanlık kuytularda köklü tefekleriyle “Goşma” lara (Ağaç döşeli tavan araları) asılı üzümler, domatesler, biberler, mısırlar, soğanlar, ot kuruları… Saman üzerine serili kavunlar, karpuzlar, patatesler, armutlar, kabaklar… Tahta küleklere basılı tuzlanmış tereyağlar, sızgıtlar, toprak çanaklara basılı, kuma yatırılmış guvermiş çokelikler, araları saman katmanlarıyla sınırlanmış sepet sepet yumurtalar, bakır helkelere alınmış saf petek ballar… Kalın kendir çuvallara yığılı ilkel tarım teknikleriyle yan tarlada yetişip, tırpanla biçilmiş, taş değirmende öğüttülmüş gübresiz-katkısız tam buğday unları… Kurutulmuş kemikli etler, el yapımı sucuklar, yaş tarhana, pekmez, turşu, çalma, ekşi, şerbet ve ravan küpleri, bol yumurtalı erişteler, Toprak “Helgir”(buğday ambarı) lere saklı mercimek, nohut, fasulye vs. bakliyat….. Yav Hazın Damlarından bereket fışkırıyor bereket..     Bahçeleri de öyle.. Kışın bile yer elmasından, turpuna, pürçeklisinden pancarına, ıspanak, pırasa, üstü kapalı tahta kasalarda yetişen yeşil soğan, sarımsak, maydanoz, nane… Sabah kalkınca folluğundan toplanılan onlarca yumurta, sağılan taze süt, çanağından kaşıkla sahana teşilen guvermiş çokelik, deri torbada Mayıstan Kasıma kadar bekletilmiş taş gibi katı yağlı yoğurt, hepsi katkısız tereyağ, bal, üzüm…  Saman üzerine serili, Ocak ayına kadar muhafaza edilmiş buruşuk domates-biber,  her mevsim bahçede mevcut maydonoz, nane; düğümlü tefeğinden çözülerek alınan bir de kuru soğan.. Düşünsene kış ortasında taze çoban salatası… Yetmedi, soba üzerinde yufka ekmeği gevredip arasına çemen, çokelik, deri yoğurdu, sızgıt, tereyağ dürüp, gom gibi bir dürüm… Yarabbi bu nasıl bir huzur, bu nasıl lezzet, bu nasıl afiyet, bu nasıl bir bereket…. Emmim ile Bibim… Evet güzel insanlar.. Bu lezzet ve bereketle dolu hanenin ahırı, ağılı, kümeslikleri, folluklar, kovanlıklar cıvıl cıvıl.. Hepsi ayrı ayrı bölümlerde mukim eşeği, koyunları, inekleri,  köpekleri, kedileri, tavuklar, kazlar, ördekler, arılar ve güvercinleriyle sadece ve sadece Memmet Emmim ve Fadime Bibim yaşıyor. Hepsininde yemini, yalını, suyunu, samanını, tımarını, sevgisini, ilgisini bu iki güzel insan gerçekleştiriyor. Bağına, bahçesine, hayvanlarına, çiçeklerine yüreklerinden Tuna Nehri gibi sevgi ve merhamet akıtıyorlar. Dağ başındaki bu huzur yumağında hepsine ve her işe fazla fazla yetişiyorlar. . Borsa düşmüş, Dolar yükselmiş, hükümet değişmiş, Avrupa ülkeleri sıkıntı çıkarmış, Japonya’da deprem olmuş, Ortadoğu’da insanlar ölmüş, Amerika karışmış, denizler kirlenmiş, trafik sıkışmış, işsizlik çoğalmış, enflasyon yükselmiş, miş, mış mış.. Umurlarında bile değil. Tgelefonu televizyonu yokki morallari bozulsun. Onların tek derdi hayvanların yemi-yalı-suyu verildimi, inek gelmedi, dana emmedi, eşşek doymadı, şu tarafta kurt var, ayı kovanlara dalıyor, tilkiler tavukları gözetliyor, domuz sürüleri bahçeyi talan ediyor, kuşlar üzümleri didiyor, horozlar birbirine saldırıyor, şu kuzu arık kaldı, şu inek sütten kesildi, şu köpek ürmüyor, şu kedi dışarıda kaldı vs. vs. gibi sevimli telaşeler. Tüm endişeleri doğal ve yürek ısıtan cinsten.   Ben, eşim ve çocuklarım hepimiz Memmed Emmime, Fadime Bibime, Ozan Kasabasına, Kızıldağ’a ve bu efsunlu mekana adeta aşığıyız. Kış-yaz defalarca gider, misafirleri oluruz. Bu evde, bu ortamda konaklarız. Yıldızların en güzelini orda görürüz. Lezzetin, muhabbetin en şahikasına orda doyarız. Havanın en temizini orda solur, suyun en berrağını orda içeriz. Koyun severiz, kuzu severiz, eşeğe bineriz, süt sağarız, folluktan yumurta toplarız, pınardan su çekeriz, soba yakarız, bahçeden yer elması-pürçekli söker, kartopu oynar, kızak kayarız.. Hanıma-çocuklara desem ki; “Sizi Karaibler’e, Havai’ye, Azor Adaları’na, Mairitius’a, Seyşeller’e mi tatile götüreyim, yoksa Kızıldağ’a mı” desem, “O dediğin yerler batsın, elbetteki Kızıldağ” derler. İliklerinize kadar huzuru yansıyan bu mekanın, bu ortamın atmosferini kim tarif edebilir ki, ben tarif edeyim size. Kurt, tilki nöbeti! Kış günlerinin adrenali, efsunu Kızıldağ’da daha bir başka. Kaç defa ürkünç sesler üzerine geceleri Üzeyir Sevim Başkan, Bilal İpek Bey, Memmet Dayım ve Fadime Bibimle kalkıp kalkıp; koyunlara kurt, tavuklara tilki, vaşak; bahçeye domuz, kovanlara ayı gelmiş olabilir diye tüfekle ahırların, kümesliklerin, kovanların etrafında devriye gezdik. Korkusu, heyecanı, gizemi inanın anlatılamaz. Deli-dolu bir macera alanı. Gökyüzü ışıl ışıl. Ay ve yıldızların şavkı bambaşka. Doğa tamamen çiçekler, kuşlar, kelebekler ve bemberrak sularla dekore edilmiş. Coğrafyası estetik, atmosferi egzotik.. İnsan sesi istesenizde duyamaz, duyuramazsınız. Gaz lambası, idare, ilikmen ve çırayla aydınlanıyor, eşekle ulaşım sağlıyor, buzdolabı, televizyon, radyo görmüyorsunuz. Kış-yaz hava buz gibi ve sürekli soba yanıyor. Kendinizi ıssız bir adaya düşmüş Robenson Krizau gibi hissediyorsunuz..  Çay ve yemekler odun, kerme, çitilgi, yapma ve tezek ateşinde pişiyor. Tüm yemekler genelde koyun, tavuk, kaz eti, bulgur pilavı, sac arası çörek, yufka ekmek eşliğinde Allah ne verdiyse artık... Her taraftan çayı tavşan kanı gibi çıkan aroması yüksek memba tadında kaynak suları akıyor. Sobada patates, hedik, kavurga ve kesintisiz çay. Üstünde gevredilen taş değirmen unundan tam buğday ekmeğinin kokusunu hele hiç anlatamam. Oraya gittiğimdede, oradan ayrıldığımdada aklım hep orda kalır. Günlerce macera dolu rüyalarını görürüm. Üzerimde biriken ne kadar stres ve sıkıntı varsa adeta hepsininde uçuştuğunu seyrederim. Gençleşirim, dinçleşirim, mutluluğun ve huzurun zirvesine çıkarım. Ne şanslıyım ki bu güzel insanları tanıyor, ne mutluyum ki yirmibirinci yüzyılda böyle doğal, katkısız ve bereketli lezzetlerle doyuyorum. Şükürler üzerine şükürler ediyordum... Takdiri İlahi… Maalesef hep böyle der der övünürdüm. Yaz-kış her hafta koşa koşa gittiğim bu bereket yuvasının altın kalpli sahipleri Memmed Emmim de, Fadime Bibim de geçtiğimiz yıl Hak'kın rahmetine kavuştular.  Heyecanını, korkusunu, muhabbetini, lezzetini ve efsununu tarifte güçlük çektiğim bu efsane mekan tamamen kapandı. O cennet bahçeyi, o güzel evi, kuş cıvıltıları, inek höğürtüleri eşek anırması, koyun-kuzu melemeleri, köpek havlaması, kedi miyavlaması, kur yapan güvercinlerin ötüşü, gıdaklayan tavuklar, öten allı-güllü horozlar, yaprak hışırtıları, deli deli esen rüzgar-fırtına uğultuları gibi korkuyla karışık huzur veren senfonileri andıran rüya gibi melodilerle süslü ahırları, ağılları, kümesleri ve damları dikenli otlar bürüdü. Kalın taş duvarları yıkılan, hertarafına hırsızlar dadanan, yılanın, çıyanın vahşi hayvanların yuvası olan bu kutsi mekan artık bir virane…    Ama bu memlekete yüreğinden sevdalı Üzeyir Sevim ve Halime Sevim adında iki pırlanta yürek daha çıktı ve herkesi harekete geçirdi. İkramlar, dualar Üzeyir Sevim Başkanım ve Halime Sevim yengem, başta Memmed Emmimin büyük oğlu Bilal İpek ve eşi Elif İpek olmak üzere hepsi birbirinden pırlanta yürekli çocukları Mehmet İpek, Yusuf İpek, Mahmut İpek, gelinleri Ayşegül İpek, Dilek İpek, Cemile İpek, kızları Damla Hanım, Döndü Hanım, Fatma Hanım ve Ayşegül Hanımla birlikte bu güzel mekanı pırıl pırıl ettiler. Kırığı-çıkığı onardılar. En güzel eşyalarla döşediler. Misafirlerine iftar yemeklerini orda veriyorlar. Mevlütlerini orda okutuyorlar. Sobada çörekler yapıp ikram ediyorlar. Onlarında o hanede çayı, çorbası hiç eksik olmadan kesintisiz kaynatıyorlar. Açık sofraları ve cömert elleriyle tüm gelen misafirlere sofra kurup, Memmed Emmimin ve Fadime Bibimin ruhlarına en samimi duaları yolluyorlar.     Ozan Belediye Başkanı Mustafa İleri, Eski Belediye Başkanı Mustafa Cansever, Belekcehan Belediye Başkanı Şahin Arısoy, Doğankent Belediye Başkanı Doğan Sungur, Ozan Kasabasında en sevilen güzel insanlar Mehmet Sarı, İlyas Sarı, Mahmut Meriç, Nuri Meriç, Osman Meriç, Mustafa Günaydın, Özgür Şen, Mehmet Doğan, Nuri Doğan, İsmail Akyüz, Esat Halat, Yunus Halat, Erol Özbek, Bayram İlhan, Sadettin İlhan, Menderes Özmen, Osman Özmen, Şuayip Cansever, Yunus Halatçı, Hasan Krbt, Selahattin Arıkan, Cemil Yıldırım, Hidayet Ceylan, Alper Kapan, Hamidullah Yaşar, Sinan Avcı, Ahmet Halat, Ahmet Özmen, Yunus Yaşar, Mehmet İlhan, Mustafa İpek, Faruk Meriç, Ali Güler, Kamil İpek, Zeynel Yaşar, Haydar Yaşar, Ömer İpek, Resul İpek, Hasan İpek, Satılmış İpek, İbrahim Ergen, Hayati Sevim, Şener Karabulut, Kelami Akdemir, Osman Şahbaz, İlhan Altun, Murat Babacan, Ertuğrul Kapusuzoğlu, Adnan Yılmaz, Mehmet Durna, Orhan Çınar, Bilal Yılmaz, Sinan Öztürk, İbrahim Ersoy ve Seyit Özbaşı gibi güzel insanlar, bu huzur ve bereket yuvasını sık sık ziyaret ediyorlar. Hepside bu kutsi mekanı tekrar canlandırmak için atağa geçtiler. Her tarafı yıkılan, yıpranan yerlerini tamir edip, ahırı, samanlığı, kümesleri eski canlılığında olmasa bile geçici kullanılabilecek bir durumda tekrar dizayn ettiler. Sohbet, muhabbet ve buluşma yerlerini eski sıklıkta olmasa bile yine Kızıldağ olarak belirlediler. Dârim tezeklerin içlerini oyup saman döşeyerek onlarca güvercin yuvası yaptılar. Tavuk kümesleri kurdular. Köpekler, kediler getirdiler. Hayvanların günlük yemleri, yalları, yiyecekleri hergün orda veriliyor. Arabaların evin önüne kadar gelebileceği şekilde greyderle yol açtırdılar. Elektrik, su bağlattılar. İçini eski otantiğine uymasada tekrar döşediler. Pınarları, olukları tamir ettiler.… Ama, ama, ama…… Zor gidilen, zor dönülen, el değmemiş o doğada keyifle yaşanılan, ilaç, gübre, hile, katılmamış nimetlerle lezzet-bereketle beslenilen, gaz lambasıyla ışınan, teknolojik kirlilikten uzak, temiz hava, yeşil tabiat, memba tadında sular ve hiç kimsenin, hiçbirşeyin bozamayacağı eşsiz huzurla, tarifi imkansız sınırsız bir mutlulukla yaşanılan o ortamdan artık eser yok. Bir insan sesi duyu duymaz sevinçle dışarı çıkıp sizi taa tarlanın başında emsalsiz bir güleryüzle karşılayan Memmed Emmim, Fadime Bibim şimdi yok. Yemyeşil bahçeleri, senfoniyi andırır türlü türlü kuş sesleri, rengarenk kelebekler, dünyanın en zenginin bile bulamayacağı doğal ve bereketli sofraları, “Guzum, yavrım, gurban olduğum” derken gönle akan iltifatları kulaklarda çınlayan bir uğultu artık…    Ama yinede cömert gönüllü, misafirperver, aziz ve asil soylu Ozanlılar o efsane güzellikleri hafızalarda canlı tutmak, unutturmamak adına bu mekanı gelen-geçen herkese sürekli açık tutuyor, asalet gösteriyorlar. Hergün bu dağ başındaki asalet yuvasında misafirleri oluyor ve bir Oğuz kültürü olan Köy Odası Sohbetleri ve ağırlama geleneklerini, orijinaline uygun hiyerarşik felsefesiyle bu mekanda yaşıyor, yaşatıyorlar. Ve bir açık davet Kim olursanız olun, nerden teşrif ederseniz edin, melek ruhlu Memmet Emmimin ve Fadime Bibimin cennetten akseden güzel ruhlarının dolaştığı bu efsunlu mekana sizler de bekleniyorsunuz. Hepinizin gelmesi, görmesi, bu asalet abidesi güzel insanlara dualar okuması, egzotik hanelerinde konaklaması ve eşsiz faziletine, muhabbetine doyması dileklerimle…
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.