Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin
 

Bir başkadır... Benim Ankaram-1

Dikkat çeken dizi ve çağrıştırdıkları Bu dizinin ilk yazısında yakın zamanda gösterime giren ve İstanbul’u anlatan bütün dünyanın, sonu ve akıbeti meçhul bir hastalığın cenderesinde sıkıştığı şu günlerde, kısa bir süre de olsa paralı bir internet kanalının yayımladığı bir dizi bir şekilde toplumun bütün kesimlerinin dikkatini çekti. İlginçtir, daha önce abartılı cinsellik ve şiddet kullanımı, hayatın her alanına ilişkin tartışmalı görüşlerin ve tabuların inandırıcı bir şekilde paketlenerek sunulması gerekçeleriyle siyasi ve felsefi tartışmalara, komplo teorilerine konu olmuş bu mecranın beklenmedik şekilde bize bizi bizle gayet iyi bir şekilde anlattığı duygusu yayılıverdi. Herkes sanki bu diziyi bekliyormuş gibi çözümlemelere, değerlendirmelere girişti. En kısası üç saat süren, tiplerin birbirini dakikalarca kestiği ağalı, marabalı, sosyeteli, kadın sömürülü, lümpen demogojili standart Türk dizilerinin yanına konduğunda, estetik düzey ve anlatım örgüsü açısından gayet ilgi çekici bulunan bu iş, en başta hepimizi beklemediğimiz bir yerden, isminden vurdu. İkinci Dünya Savaşı Sonrasının Batıda hala izleri görülen iyimserlik nostaljisi neyse, 1970’lerin bizde yarattığı anlaşılmaz ütopik nostalji duyguları da biraz Yeşilçam görüntüleri, biraz Beyaz Kelebekler, biraz da Ayten Alpman’ın “Bir Başkadır Benim Memleketim” şarkılarıyla gelir. Meyhanelerde eller havaya yapılırken de, yurt dışında memleket özlendiğinde de her kesimden insan bu şarkıyla hem umut bulur hem de hüzünlenir. Aynı nostaljinin kaynağı olan yıllarda Batı’da komünist avcılığının ve Amerika’da McCarthy döneminin, bizde de şiddetli ideolojik çatışmaların, darbelerin ve siyasi arayışların üstünü bir çırpıda örtüverir “Bir Başkadır Benim Memleketim”. İnsani bir ihtiyaçtır da bu. Tarihi kimse olduğu gibi yutup sindiremez, insan olarak umutla yaşamaya devam edebilmek, insana inanabilmek için duygularla bezenmiş bir duyular maskesini hissiyatımızın üzerine geçirme ihtiyacı duyarız. Her toplum bunu kendince yapar. Biz hareketli ve neşeli gibi görünen melodilere, sözlere hüzün giydirerek yaparız bunu. Nazım Hikmet’in de dediği gibi “hüzün ki en çok yakışandır bize / belki de en çok anladığımız”. Bir başkadır bu sebeple bizi en zayıf yerimizden, hazan ve hüzünden yakaladı. Dizinin çekildiği mevsim sonbahar, dizinin bizi içine çektiği iklim açıkça hüzündü. Dizi, İstanbul’da geçen iç içe geçmiş farklı dünyalara ait hayatları, içindeki insanların kesişmelerini anlatırken, beklemediğimiz bir gerçekçilikle ekranı bize, etrafımızdakilere, tanıdık ve bildiklerimize tutulmuş bir aynaya dönüştürürken bunu aslında sandığımız kadar çok yapmadığımız bir şeyden tutturarak yaptı. Karakterler, yaşadıkları kentteki sınırlı yolculuklar dışında sabit mekanlarda, uzun uzun konuşuyorlar. Dura düşüne, birbirini bekleyerek, ötekini dinleyerek ve hatta bakışarak. Biz kendimizi biliyorsak bu toplum ve insanları böylesi konuşmaları sadece tiyatroda, sinemada görür. Evde, okulda, işte, televizyon programlarında tam tersiyizdir. Ya hiç konuşmayız, ya iyi niyetle ya da farklı amaçlarla giderek sıkışan bir duygu girdabı içerisinde birbirimizin sözünü keserek, sanki söyleyeceklerimizi unutma korkusu ya da karşıdakinin baskın çıkma endişesi içine kısılarak gerilimli bir yola gireriz. En eğitimli kesimde bile var olan bu davranışlar bütününü, Nuri Bilge Ceylan sinemasındaki karakterlerin uzun ama birbirini hep kesen ve anlamayan diyaloglarında görmek mümkün. Ancak, dizi bizi yapmadığımız şeyle yakalarken, her karakterin gözünden ruhuna sızmamıza, yavaş yavaş onun gözünden dünyaya bakmamıza izin veriyor, hatta bizi gerçek olduklarına inandıracak gibi oluyor. Oluyor diyorum, çünkü aynı zamanda karakterlerin iyi oyunculuklar ile bezenmiş ve iyi kurgulanmış pozisyonlar ama sonunda yine klişeler olduğunu sorgulamaya başlıyoruz. Ya da tam başlayacak gibi oluyoruz, ya Yeşilçam filmi mantığındaki görüntüler, ya 70’lerin nostaljisini yansıtan müzikler kadraja giriyor ve bizi yine hüzünle baş başa bırakıyor. (SÜRECEK)
Ekleme Tarihi: 27 Ocak 2022 - Perşembe

Bir başkadır... Benim Ankaram-1

Dikkat çeken dizi ve çağrıştırdıkları Bu dizinin ilk yazısında yakın zamanda gösterime giren ve İstanbul’u anlatan bütün dünyanın, sonu ve akıbeti meçhul bir hastalığın cenderesinde sıkıştığı şu günlerde, kısa bir süre de olsa paralı bir internet kanalının yayımladığı bir dizi bir şekilde toplumun bütün kesimlerinin dikkatini çekti. İlginçtir, daha önce abartılı cinsellik ve şiddet kullanımı, hayatın her alanına ilişkin tartışmalı görüşlerin ve tabuların inandırıcı bir şekilde paketlenerek sunulması gerekçeleriyle siyasi ve felsefi tartışmalara, komplo teorilerine konu olmuş bu mecranın beklenmedik şekilde bize bizi bizle gayet iyi bir şekilde anlattığı duygusu yayılıverdi. Herkes sanki bu diziyi bekliyormuş gibi çözümlemelere, değerlendirmelere girişti. En kısası üç saat süren, tiplerin birbirini dakikalarca kestiği ağalı, marabalı, sosyeteli, kadın sömürülü, lümpen demogojili standart Türk dizilerinin yanına konduğunda, estetik düzey ve anlatım örgüsü açısından gayet ilgi çekici bulunan bu iş, en başta hepimizi beklemediğimiz bir yerden, isminden vurdu. İkinci Dünya Savaşı Sonrasının Batıda hala izleri görülen iyimserlik nostaljisi neyse, 1970’lerin bizde yarattığı anlaşılmaz ütopik nostalji duyguları da biraz Yeşilçam görüntüleri, biraz Beyaz Kelebekler, biraz da Ayten Alpman’ın “Bir Başkadır Benim Memleketim” şarkılarıyla gelir. Meyhanelerde eller havaya yapılırken de, yurt dışında memleket özlendiğinde de her kesimden insan bu şarkıyla hem umut bulur hem de hüzünlenir. Aynı nostaljinin kaynağı olan yıllarda Batı’da komünist avcılığının ve Amerika’da McCarthy döneminin, bizde de şiddetli ideolojik çatışmaların, darbelerin ve siyasi arayışların üstünü bir çırpıda örtüverir “Bir Başkadır Benim Memleketim”. İnsani bir ihtiyaçtır da bu. Tarihi kimse olduğu gibi yutup sindiremez, insan olarak umutla yaşamaya devam edebilmek, insana inanabilmek için duygularla bezenmiş bir duyular maskesini hissiyatımızın üzerine geçirme ihtiyacı duyarız. Her toplum bunu kendince yapar. Biz hareketli ve neşeli gibi görünen melodilere, sözlere hüzün giydirerek yaparız bunu. Nazım Hikmet’in de dediği gibi “hüzün ki en çok yakışandır bize / belki de en çok anladığımız”. Bir başkadır bu sebeple bizi en zayıf yerimizden, hazan ve hüzünden yakaladı. Dizinin çekildiği mevsim sonbahar, dizinin bizi içine çektiği iklim açıkça hüzündü. Dizi, İstanbul’da geçen iç içe geçmiş farklı dünyalara ait hayatları, içindeki insanların kesişmelerini anlatırken, beklemediğimiz bir gerçekçilikle ekranı bize, etrafımızdakilere, tanıdık ve bildiklerimize tutulmuş bir aynaya dönüştürürken bunu aslında sandığımız kadar çok yapmadığımız bir şeyden tutturarak yaptı. Karakterler, yaşadıkları kentteki sınırlı yolculuklar dışında sabit mekanlarda, uzun uzun konuşuyorlar. Dura düşüne, birbirini bekleyerek, ötekini dinleyerek ve hatta bakışarak. Biz kendimizi biliyorsak bu toplum ve insanları böylesi konuşmaları sadece tiyatroda, sinemada görür. Evde, okulda, işte, televizyon programlarında tam tersiyizdir. Ya hiç konuşmayız, ya iyi niyetle ya da farklı amaçlarla giderek sıkışan bir duygu girdabı içerisinde birbirimizin sözünü keserek, sanki söyleyeceklerimizi unutma korkusu ya da karşıdakinin baskın çıkma endişesi içine kısılarak gerilimli bir yola gireriz. En eğitimli kesimde bile var olan bu davranışlar bütününü, Nuri Bilge Ceylan sinemasındaki karakterlerin uzun ama birbirini hep kesen ve anlamayan diyaloglarında görmek mümkün. Ancak, dizi bizi yapmadığımız şeyle yakalarken, her karakterin gözünden ruhuna sızmamıza, yavaş yavaş onun gözünden dünyaya bakmamıza izin veriyor, hatta bizi gerçek olduklarına inandıracak gibi oluyor. Oluyor diyorum, çünkü aynı zamanda karakterlerin iyi oyunculuklar ile bezenmiş ve iyi kurgulanmış pozisyonlar ama sonunda yine klişeler olduğunu sorgulamaya başlıyoruz. Ya da tam başlayacak gibi oluyoruz, ya Yeşilçam filmi mantığındaki görüntüler, ya 70’lerin nostaljisini yansıtan müzikler kadraja giriyor ve bizi yine hüzünle baş başa bırakıyor. (SÜRECEK)
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.