Bir Ankara markası...
Bir Ankara markası...
Bazı markalar doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları şehrin ya da ülkenin sembolü haline gelir.
İstanbul’a gidince köfte yiyeceğiniz; Edirne veya Urfa’ya ya da Diyarbakır’a gidince ciğer yiyeceğiniz; Hatay’a gidince künefe yiyeceğiniz; Bursa’ya gidince döner ya da İskender yiyeceğiniz marka ve adresler vardır.
Kuruyemiş de öyle…
Hatta kuruyemiş alacağınız yer hepsinden önemlidir. Çünkü kalitesiz kuruyemiş ile ağız tadınızı bozmanız hatta dişinizi kırmanız bile mümkündür. Başkentlilere aman dikkat diyerek, Ankara’nın marka tedarik adresi Şükran Kuruyemiş’i tanıtmak istiyoruz.
Yıllaaar önceydi
İlginç, ilginç olduğu kadar da anlamlı bir mazisi var firmanın. Hikâyesi, kuruluş tarihi olarak 1986’da başlıyor görünse de kurucu (baba) Naci Bilsel Bakırdağ, çocukluğunda (1965) bir dönem çok sevdiği bir kuruyemiş dükkânında çalışır.
Hikâyenin ilginçliği de anlamlı tesadüfü de bilinçli tercihi de burada başlıyor…
Yıllar yılları kovalar…
Naci Bey spordu, eğitimdi, uluslararası bir firmada çalışmaydı derken hayatın içinde kavrulmaya başlar ama bir türlü mutmain olmaz bunlardan. Başka bir şey istiyordur aklı ve yüreği. İster yazgı deyin ister tesadüf, bir gün Ankara’nın en meşhur güzergahlarından olan Gençlik caddesinden geçerken bir tabela görür: Devren Satılık Kuruyemiş Dükkânı…
Yıldızın parladığı an
Hikâyenin bu kısmında, bir insanın bir başka insanın hayat çizgisinde hatta bir firmanın, bir markanın doğuşundaki etkisi görülür…
Satılık dükkân, Naci Beyi kendisine çeker. Girer ve pazarlığa tutuşur. Ancak pazarlık yarım kalır. Hayal kırıklığı içinde dışarı çıkınca eski komşuları ‘Şükran Hanım’ ile karşılaşır. Sanki karşısına çıkarılmıştır. Hoş-beşin ardından durumu anlatır. Şükran Hanım kolay pes edecek biri değildir. Naci Bey ile dükkâna girer ve yarım kalan pazarlığı ‘eksik parayı ben ödeyeceğim’ diyerek tamamlar.
Büyük jeste jest…
‘Şükran’ın anlamı; “İyilik bilme, gönül borcu, minnettarlık” ya; bu olayın ‘iyilik’ yanını Şükran Hanım, ‘gönül borcu’ ve ‘minnettarlık’ kısmını da Naci Bey üstlenir. Bu büyük jest üzerine Naci Bey de dükkâna onun adını verir: Şükran Kuruyemiş. Şükran Hanımın adı bir firmanın adı ve tabelasında ölümsüzleşmiştir…
Dükkândan ilk alışverişi yapıp bereket parasını da kasaya koyan Şükran Hanım’ın ödeme yaptığı para hâlâ ‘uğur parası’ olarak saklanır ve bereketlendirir dükkânı.
Kendisine olan borç da kısa sürede ödenir.
Babalar ve oğullar
Bir hata yapmasınlar, Allah korusun başlarına bir iş gelirse yardımına koşayım diye babalar hep evlatlarının peşindedir ve onları yakından, uzaktan izler ya Naci Bey’in babası Ömer Süleyman Bakırdağ da oğluna destek vermek için yanında yerini alır. Bu beraberlik 10 yıl kadar sürer.
Çifte kavrulmuş bereket dönemi
Her şey gibi ‘çifte kavrulmuş ürünler’in de bir kahramanı vardır. Naci Beyin babası, torunların dedesi Ömer Süleyman Bakırdağ’dır bu isim. Çifte kavrulmuş ürünler tezgâhtaki yerini alınca dükkânın bereketi artar. Ancak bazı buluşlar ‘tesadüf’ eseridir ya ‘çifte kavrulmuş fındık’ da böyle bir tesadüfün ürünüdür. Şöyle:
Yıllaaar önce, yeni kavrulmuş taze ürünler teker teker fırından çıkarılıp müşteriler için hazırlanırken fındık fırında unutulmuş. Durum fark edildiğinde ‘eyvah’ diyerek fındığın imdadına yetişmişler ama bir de ne görsünler, ürün başka bir hal almış! Rengi, görünümü değişmiş. Satsak mı, atsak mı, birilerine versek mi diye fikir yürütülürken (baba / dede) Ömer Süleyman Bakırdağ duruma el koyar. Fındığı tezgaha yerleştirip ikram edilerek satış yolunu tavsiye eder. Tadına bakan beğenirse alacaktır…
Baba haklı çıkar
Tezgâha konup satılmaya başlanan ürün öyle beğenilir ki böylece, ‘çifte kavrulmuş fındık’ damak tadı olarak tezgahtaki yerini alır. Fındık diğer ürünlere de ilham kaynağı olar ve fıstık ile kabak çekirdeği de müşterilerin talebi üzerine çifte kavrulur…
“Şükran Kuruyemiş”in hikâyesindeki yaşanmışlıklar bu kadarla da bitmez. Hikâye dediğimize bakmayın, olay kurgulanmış bir şey değil, aksine, yaşanmışlığı olan capcanlı bir hadise. Bunu şöyle anlatıyor Naci Bilsel Bakırdağ:
Müşteri odaklı bir tutum ve…
“O yıl çok kaliteli kabak çekirdeği toplamıştım. Ancak stok azdı. Müşterilere azar azar veriyordum. Müşterinin biri 5 kilo istedi, ben de ancak 1 kilo verebileceğimi söyledim. Müşteri birden çok sinirlenerek, kendisinin paşa olduğunu, bu çekirdeği yurt dışına yollayacağını söyledi. Ben de ‘Benim bütün müşterilerim paşadır. Kusura bakmayın, veremem’ diyince, ‘Bulunmaz Hint kumaşı mıdır bu kardeşim’ diye söylenerek, 1 kilo alıp gitti. Ertesi akşam paşa gülerek dükkâna geldi. Bir gece önce korumalarını tek tek göndererek, 5 kilo kabak çekirdeğini tamamladığını ve yurt dışına gönderdiğini söyleyince şaşırıp, kaldım. Paşa 1 kilo daha aldı gitti.
Akşamüzeri ressam bir müşterim geldi. Aman bana çok güzel 1’er kilo bir karışım yap, bir arkadaşımla takım elbisesine iddiaya girdik, kimin kuruyemişi iyi ise iddiayı kazanacak, hem de kuruyemişlerin parasını ödeyecek. Kuruyemişi alıp, kazanacağından emin bir şekilde gitti. Bir hafta sonra gülerek geldi. ‘Ne oldu, kim kazandı?’ diye sorduğumda, ‘Sen kazandın’ dedi. Meğerse, arkadaşı da bizden almış kuruyemişi.”
www.sukrankuruyemis.comYorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.