Ahmet Tek
Köşe Yazarı
Ahmet Tek
 

Gökkuşağı’nın Keklikleri (2)

Bir keklik bu kadar mı mutluluk verir, hayret ki hayret. Ötüşleri taşıt gürültülerine baskın çıkıyor. Keklikleri gördüm ya, ruhuma bahar erken geldi.  Gökkuşağı Parkı’nın devamı Keklikpınarı’na kadar büyük bir vadi. Bir proje varmış, Dikmen Vadisi gibi olacakmış. Unutuldu, 20 yıldır beklemede, kaderine terk edildi. Rantı mı düşük, başka nedenler mi var, kimse bilmiyor. Burası Ankara’nın kuş bahçesi olsa, Konya’nın Kelebekler Vadisi gibi olsa…  Benimki bir beklenti. Yerel seçim yapılalı üç yıl oldu. Büyükşehir ve Çankaya belediyeleri bu alanlara dönüp bakmadı. Bakacak gibi de değil. Kim, ne zaman, niye değiştirmişse Gökkuşağı’nın adı Osman Tan Caddesi olmuş. Tabelayı görmesem haberim olmayacak. Belki bu da bir hizmettir, ben bilmiyorumdur.  Bize kimse bir şey sormuyor. Sadece cenaze namazında hoca efendi ‘mevtayı nasıl bildiğimizi’ soruyor. Bir iş bölümü yapılmış. Tarihi çok eski olmalı: Ölüler bize, diğer bütün işler seçilmişlere soruluyor.  Biz bir keklikle, kekliğin ötüşüyle, sekişiyle neşelenen milletin çocuklarıyız. Bize bir şey sormayın, beklemiyoruz da. Hiç olmazsa neşemizi elimizden almayın, daha çok keklik görmemize imkan sağlayın. Bizi keklik yerine koymayın. Kuşlarımızı ve umutlarımızı taşlamayın. Anladım ki, Keklikpınarı adını boşuna almamış. Ankaralı, Keklikpınarı’nı kısaltarak “Keklik” diye söyler. Gökkuşağı’nın keklikleri, Keklikpınarı’nın eski sakinlerinin torunları olabilir.  Keklikler, köpek ve kedilerden kaçabiliyormuş. Çalılıklar onları gizliyormuş. Ama saksağanlar tam bir baş belası. Kekliklere huzur vermiyormuş. Koca dünyaya sığamayan bir insanoğlu değilmiş. Tabiatta her canlı kendi alanını genişletme peşindeymiş.  Ben görmedim ama kekliklerin yavruları da varmış. 20 kadar… Bahçıvan söyledi. Parkı ondan daha iyi kim bilir?  Keklikleri görebilir miyim diye banka oturdum. Bir esinti gelip geçti. Ağaçlar bile ürperdi, karlar uçuştu. Kelebek misali, bembeyaz, minicik kar kelebekleri. Gökkuşağı Parkı’nın üstünden kuşlar geçiyor… Göçmen kuşlar. Kaz sürülerine benzetiyorum. Mucize üstüne mucize… Keklik, kar, göçmen kuşlar, toprak kokusu, ayaz ve baharın ayak sesleri… Bu yıl, bana bereketli geldi. Tekirdağ’da Şubat’ta göç edemeyen bir garip leylekle tanışmıştım. Tekirdağ sahilinde esnafla ahbaplık kurmayı başaran bir leylekti gördüğüm. Tv ve gazetelerde haber oldu. Kışı yalnız geçirmek zorunda kalan bir garip leylekti. Yakındır hısım akrabasının gelmesi, hasretinin dinmesi. Kolay sanmayın yalnızlığı, kuş da olsa ne zor gelmiştir, kendi cinsinden birini görmeden beş ay geçirmek… Ankara’da ise keklik gördüm. İster kınalı olsun, ister kaya, ister çil… Ötüşlerini duydum. Keklik görünmek istediğinde görünen bir kuşmuş. Öyle efsunlu bir yanı varmış. Pençelerinin kırmızılığının öyküsü kalbi olanı ağlatır.  Bunlar hep hayatımızın bereketi, Dünya’nın renkleri, yaşam sevincimiz, göz aydınlığımız. Allah bereketimizi artırsın, renklerimizi soldurmasın.  İncesaz & Cengiz Özkan yorumuyla ne güzel türküdür “Keklik dağlarda şağılar.” Bu türküyü dinleyenin değil insana hiçbir canlıya kötülük yapacak mecali kalmaz. Öyle derinden vurur. Bir de üstüne ister Kıraç’tan ister Melek Mosso’dan “Keklik gibi kanadımı süzmedim / Murad alıp doya doya gezmedim /  Bu kara yazıyı kendim yazmadım”ı dinlerseniz, hüzün deryasına daldınız demektir.  Hüzün ki en çok yakışandır bize. (Hilmi Yavuz)
Ekleme Tarihi: 24 Mart 2022 - Perşembe

Gökkuşağı’nın Keklikleri (2)

Bir keklik bu kadar mı mutluluk verir, hayret ki hayret. Ötüşleri taşıt gürültülerine baskın çıkıyor. Keklikleri gördüm ya, ruhuma bahar erken geldi.  Gökkuşağı Parkı’nın devamı Keklikpınarı’na kadar büyük bir vadi. Bir proje varmış, Dikmen Vadisi gibi olacakmış. Unutuldu, 20 yıldır beklemede, kaderine terk edildi. Rantı mı düşük, başka nedenler mi var, kimse bilmiyor. Burası Ankara’nın kuş bahçesi olsa, Konya’nın Kelebekler Vadisi gibi olsa…  Benimki bir beklenti. Yerel seçim yapılalı üç yıl oldu. Büyükşehir ve Çankaya belediyeleri bu alanlara dönüp bakmadı. Bakacak gibi de değil. Kim, ne zaman, niye değiştirmişse Gökkuşağı’nın adı Osman Tan Caddesi olmuş. Tabelayı görmesem haberim olmayacak. Belki bu da bir hizmettir, ben bilmiyorumdur.  Bize kimse bir şey sormuyor. Sadece cenaze namazında hoca efendi ‘mevtayı nasıl bildiğimizi’ soruyor. Bir iş bölümü yapılmış. Tarihi çok eski olmalı: Ölüler bize, diğer bütün işler seçilmişlere soruluyor.  Biz bir keklikle, kekliğin ötüşüyle, sekişiyle neşelenen milletin çocuklarıyız. Bize bir şey sormayın, beklemiyoruz da. Hiç olmazsa neşemizi elimizden almayın, daha çok keklik görmemize imkan sağlayın. Bizi keklik yerine koymayın. Kuşlarımızı ve umutlarımızı taşlamayın. Anladım ki, Keklikpınarı adını boşuna almamış. Ankaralı, Keklikpınarı’nı kısaltarak “Keklik” diye söyler. Gökkuşağı’nın keklikleri, Keklikpınarı’nın eski sakinlerinin torunları olabilir.  Keklikler, köpek ve kedilerden kaçabiliyormuş. Çalılıklar onları gizliyormuş. Ama saksağanlar tam bir baş belası. Kekliklere huzur vermiyormuş. Koca dünyaya sığamayan bir insanoğlu değilmiş. Tabiatta her canlı kendi alanını genişletme peşindeymiş.  Ben görmedim ama kekliklerin yavruları da varmış. 20 kadar… Bahçıvan söyledi. Parkı ondan daha iyi kim bilir?  Keklikleri görebilir miyim diye banka oturdum. Bir esinti gelip geçti. Ağaçlar bile ürperdi, karlar uçuştu. Kelebek misali, bembeyaz, minicik kar kelebekleri. Gökkuşağı Parkı’nın üstünden kuşlar geçiyor… Göçmen kuşlar. Kaz sürülerine benzetiyorum. Mucize üstüne mucize… Keklik, kar, göçmen kuşlar, toprak kokusu, ayaz ve baharın ayak sesleri… Bu yıl, bana bereketli geldi. Tekirdağ’da Şubat’ta göç edemeyen bir garip leylekle tanışmıştım. Tekirdağ sahilinde esnafla ahbaplık kurmayı başaran bir leylekti gördüğüm. Tv ve gazetelerde haber oldu. Kışı yalnız geçirmek zorunda kalan bir garip leylekti. Yakındır hısım akrabasının gelmesi, hasretinin dinmesi. Kolay sanmayın yalnızlığı, kuş da olsa ne zor gelmiştir, kendi cinsinden birini görmeden beş ay geçirmek… Ankara’da ise keklik gördüm. İster kınalı olsun, ister kaya, ister çil… Ötüşlerini duydum. Keklik görünmek istediğinde görünen bir kuşmuş. Öyle efsunlu bir yanı varmış. Pençelerinin kırmızılığının öyküsü kalbi olanı ağlatır.  Bunlar hep hayatımızın bereketi, Dünya’nın renkleri, yaşam sevincimiz, göz aydınlığımız. Allah bereketimizi artırsın, renklerimizi soldurmasın.  İncesaz & Cengiz Özkan yorumuyla ne güzel türküdür “Keklik dağlarda şağılar.” Bu türküyü dinleyenin değil insana hiçbir canlıya kötülük yapacak mecali kalmaz. Öyle derinden vurur. Bir de üstüne ister Kıraç’tan ister Melek Mosso’dan “Keklik gibi kanadımı süzmedim / Murad alıp doya doya gezmedim /  Bu kara yazıyı kendim yazmadım”ı dinlerseniz, hüzün deryasına daldınız demektir.  Hüzün ki en çok yakışandır bize. (Hilmi Yavuz)
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.