Kendi kendini var eden şövalye ressam SÜLEYMAN ŞAHİN
Kültür-Sanat
(İHA) - İhlas Haber Ajansı |
18.08.2021 - 08:31, Güncelleme:
18.08.2021 - 08:31
Kendi kendini var eden şövalye ressam SÜLEYMAN ŞAHİN
[simple-author-box]
Ressam-Yazar Gülseren Sönmez, sanatçımız Süleyman Şahin'i o kadar güzel anlatmış ki;
Süleyman Şahin 1949 yılında Eskişehir'in Sivrihisar ilçesinin Günyüzü nahiyesinin Beyyayla köyünde doğar. İlkokul dördüncü sınıfa kadar okur. Çok çalışkandır, sınıfta en iyi matematiği çözen de odur. Bir de sınıf başkanıdır.
1959 yılının Mayıs ayıdır. Okullarına başka bir köyden 80 kişilik bir okul gelir. Bu çocuklar okulun öğrencilerine dağıtılır. Amaç, çocuklar sayesinde köyler arası dostluğu sağlamaktır. Öğretmenleri fakirler diye amcasını oğluyla kendisine öğrenci vermez. Süleyman Şahin durumu annesine anlatınca annesi de çok üzülür. “fakirliğin gözü kor olsun insanı nasılda köylüye mahcup ediyorlar” der. Kalbi ve onuru kırılan küçük Süleyman annesini üzülmesine de içerlenir. Ertesi gün okulun camlarını taş atarak indirir. O gün eğitimini son günü olur. Yıllar sonra ehliyet alacağı zaman ilkokul diplomasını da alır.
Ailesi için çobanlık yapmak zorundadır. Çobanlık yaparken, koyunlarını ıslık çalarak otlatır. Önceleri koyunları idare etmek zor olsa da zamanla koyun gütmeyi öğrenir. Koyunları gütmek problem çözmek, hayatı çözmek gibidir. Bir gün Çoban bana, “Hocam, çobanlık bana hayatla baş etmeyi de öğretti,” demişti.
O, çobanlık yaparken sonsuz zannettiği doğayı izler. Doğa onun için aşktır. Doğanın rüzgârı onu rahatlatırken, sesi onu kendinden geçirir. Hele renkler bulunduğu yerde başka, uzaklarda başkadır. İçine aşkla dolan güneş ışığı, huzur bulmasını sağlar. O artık doğanın çocuğu, koyunların arkadaşıdır. O ortamdan hiç ayrılmak istemez. Koyun gütmeyi çok sever.
O güzel ortamda karnını, anasının sardığı azığın yanı sıra koyundan, keçiden sağdığı sütle doyurur. Karnını doyururken gözü koyunların suya düşürdüğü aksine dalar, elindeki çobandeğneği ile koyunların suya düşen akislerini toprağa çizer. 11 yaşındadır. Çizdikleri ile mutlu olur. O günden sonra toprağa, duvarlara çizer de çizer. Artık kendini tutamaz eline geçirdiği odun kömürü ile dağa taşa çizer. Sonra da kendine defter alır. Öğrenciyken, sınıfın en iyi resim yapanının Süleyman Şahin olduğunu söyleyen öğretmenin övgüsünü hatırlar. Mutluluğu sonsuzdur. İçini şimdiye kadar hiç bilmediği huzur ve mutluluk doldurmuştur.
15 -16 yaşına gelince Ankara’da inşaatlarda boyacılığa başlar. Badana boyalarıyla kartonlara, çimento kâğıtlarına parmaklarıyla boyayarak resimler yapar. Bu resimleri Polatlı pazar yerinde sergiler. Burada bir resmini kasap 10 liraya satın alır. O dönemde bir işçinin yevmiyesi 2,5 liradır. O resim ilk sattığı resimdir. O resminin parasının güzelliğini, ruhunda duyduğu doyuruculuğu ve sevinci daha sonra sattığı hiç bir resimde bulamaz. Ona göre bu para çok kıymetlidir.
Daha sonraları badanasını yaptığı evlerin önlerinde, çalıştığı resimlerini sergiler. Bir gün bu kapı önü sergilerden birini gören Ressam Fahir Aksoy övgü dolu sözler söyler. Resmin fırça ve tuvalle yapılacağını anlatır. Ayrıca resim galerini gezmesini ve Başkent Dergisine reklam vermesini önerir.
Başkent Dergisi sahibi Tahsin Bey, hemen diğer gazetelere haber verir, “Sen biz gazeteciler için en güzel haber kaynağısın,” der. O günlerde Ankara Rüzgârlı Sokak’ta pek çok gazete bulunmaktadır. Bütün gazeteler bu genç köylü çocuğunu Çoban Ressam olarak topluma lanse eder. Hürriyet, Milliyet, Barış, Yenigün, Adalet gibi pek çok gazete artarda haberler yaparlar. Artık Süleyman Şahin değil Çoban Ressam’dır
1969 yılında henüz 20 yaşındayken Türk-iş genel merkezi sanat galerisinde ilk resim sergisini açar.
1974 yılında Türk-İş Sanat Galerisi’ndeki sergisini, dönemin Başbakanı, annesi de ressam olan Bülent Ecevit ziyaret eder. Çoban Ressam ona resim hediye etmek istediğinde, Ecevit, “Sanatçıdan hediye kabul edilmez, ancak satın alınır,” der ve dört tablo satın alır.
Yine tüm haber kaynakları Çoban Ressamı yazar da yazar. Artık onun sergilerinde devlet büyükleri hep yer alacaktır.
1970’li yıllardan sonra Süleyman Şahin eline tuvalini, paletini alıp yurdun dört bir köşesini Evliya Çelebi gibi adım adım gezer. Gezerken yurdunun doğasına hayran kalır. Bu gezilerden elinde resimleriyle döner ve sergiler açar. Gazetelere, televizyona (o yıllarda tek kanal televizyon var) demeçler verir, sergilerinin davetiyelerini gönderir. Gönlünden geçen, resim sanatını toplumumuza sevdirmektir.
Doğa katliamına dikkat çeker, hayvan sevgisini dile getirir, onları korumanın bir görev olduğunu, hayvanların biz insanlara öğrettiklerinden faydalanmak gerektiğini vurgular. O toplumuna, yurduna çok saygılıdır, düşkündür.
Demeçleri ilginçtir:
· “Kültürümüzün sonu geldi.”
· “Göreceksiniz günün birinde ünlü olacağım.”
· “Hiç durmadan çok çalışacağım. Yurdumu yurtdışında da temsil edeceğim.” der.
Hiç sanat eğitimi almamış, ilkokul 4. sınıftan ayrılmış, evine katkıda bulunmak için çobanlık yapmış bir kişinin yaşamı gazeteciler, televizyoncular için hep ilginç olmuştur. Böyle bir yaşamdan gelen kişi de basın için işlenecek konudur. Bu nedenle Çoban Ressam Süleyman Şahin’in hayatı ve sergileri sıklıkla yer almıştır.
1970’li yıllarda Ankara’da açılan sergilerini ben de ziyaret ettim. Çoban ressam halkla bütünleşiyor, sohbetler ediyordu. Etrafını saranlar da merakla sorular soruyorlardı. Gazeteciler kadar halkın da ilgi odağıydı. Çoban Ressam her sergisinde bir sınıf geçtiğini anlatıyor ve şöyle diyordu:
· “Resme başladığımdan bu yana doğadan hiç kopmadım. Güzel sanatlarının sırrı doğadadır. Bu nedenle bütün sanatçıları doğayı kucaklamaya çağırıyorum.”
· “Sanatçılar önce kendi toplumlarıyla kaynaşmalıdır. ”
Evlendi, Bursa’ya yerleşti.
Süleyman Şahin sanatın beşiğinin Paris olduğunu duymuştu; eşini ve oğlunu annesinin yanına bıraktı. Dürdüğü yorganıyla kendini Paris Montmartre Tepesinde buldu. Montmartre sanatçıların buluştuğu, resim yaptığı yerdi. Kendini Kabul ettirmek için çok uğraştı. Bazı geceler sokaklarda yattı. Ucuz yemekler nerede yenir onu öğrendi. Daha sonraları Paris sokaklarında çeşitli dükkânların karşısına geçip resimlerini yaptı. Sonra da yaptığı bu resimleri, dükkân sahiplerine umduğundan da yüksek fiyatlara sattı. Artık parası vardı. Para nasıl kazanılır öğrenmişti. Montmartre’da artık yeri vardı. Fransızcayı da konuşabilecek kadar kısa sürede öğrendi.
Çoban, kızıl saçları, pembe beyaz teni ile bir parça Avrupalıyı andırıyordu. Bu görüntüsünün de Montmartre Tepesi Sanat Sokağında kabul görmesine katkısı oldu. 1983 yılıydı. Sanatı öğrenmek, kendini tanımak, tanıtmak için aylarca Paris’te kaldı. Paris ona okul oldu.
Yurduna döndüğünde yine durmadan çalıştı, sergiler açtı.
Süleyman Şahin 1986 de tekrar Paris yolunu tuttu. Aklı fikri var olmaktı. Bir kere içine sanat aşkı girmişti. Sanat onu çekiyordu. Aç kalma pahasına da olsa, o ortamda olmalıydı. Bu sefer neredeyse 1,5 yıl kadar kaldı. Paris Şanzelize’de sergi açtı. Çocuklarını özlemese yine de kalırdı. Kendi gibi sarışın mavi gözlü kızı, eşi gibi kumral oğlu, iki güzel çocuğu vardı.
Çoban Ressam Bursa’da kendi gibi sokak ressamlarını örgütleyip sanat sokağının kurucularından oldu. 40 sanatçı arkadaşıyla Bursa Koza Han’da sanat sokağını oluşturdu. Bu etkinlik, çevre sakinleri tarafından belediyeye şikâyet edildi. Bu durum üzerine sanat ve sanatçı aşığı Ali Osman Sönmez, Tophane’deki arazisini sanatçılara tahsis etti. Bu arazi 22 yıl boyunca sanatçılara hizmet verdi. Her sanatçının kazancının tamamı kendine kalıyordu. 22 yıl sonra bu güzel sanat yuvasını dönemin belediye başkanı yol geçirmek maksadıyla dağıttı. Bu güzel yuva bir daha geri dönmemek üzere kapandı. Oysa orası yüzlerce sanatçının ekmek kazandığı yurttu, yuvaydı.
Çoban Ressam sanat sokağın kaldırılmasına isyanını Bursa Belediye Başkanına şu şekilde iletti:
“Siz bu şehrin koca çınarının kesilmesine, ışığının yok olmasına neden oldunuz. Sanatı olmayan, bir şehrin de ülkenin de ruhu yoktur, sizin gibi insanlara söylenecek söz çoktur,” Bu kapatma olayını sanatçılar da resimlerini siyaha boyayarak protesto etmiş.
Bu olay Bursa için çok büyük ayıptı, kayıptı. Şöyle feryat ediyordu Çoban Ressam: “Hocam, bir sanatsever insan, arazisini sanat için bağışlıyordu; bir başkan geliyor, başka taraftan yol geçirebilecekken, kentin en güzel, en önemli turistik alanını, şerefini, en büyük sanatsal, kutsal alanını yok ediyordu. Belediye başkanı sırf kendi sözünü geçirmek için, egosu için o kutsal mekânı yok etti.”
· “Sanat aşkı içinde olan durur mu?
· Sanatçı her yerde her koşulda çalışır.
· Sanatçı varsa sanat da vardır. Güzellikte, her türlü sevgide oradadır.
· Sanatçı yapar, bilim yazar. Bilimin temelinde de sanat vardır.”
Çoban Ressam için sanatçı dostlarıyla beraber çalıştığı alan kutsaldı. Sanatı var eden her alana saygı duyuyor, kutsallığa yüceltiyordu. Yurdunu sevmesi gibi, sanatı da seviyordu.
Çoban ressam 1988’de Ankara Batıkent’e taşındı. O zaman sanatçıyı daha yakından tanıdım. Biz de Batıkent’e oturuyorduk. Evlerimiz çok yakındı. Bazen Çoban’ın evinde, bazen de bizim evde modelle çalışmaya başladık. Çobanın sanatsal yolculuğunu konuşmalarından öğreniyordum.
Bazen eşiyle birlikte yemek yapıp, eşimi de yanımıza alarak Çoban’ın yanına gidiyorduk. O bizi köy köy dolaştırıyor, köylerde resimlenecek konu arıyordu.
Durduğumuz köylerde köylüler, arabadan iner inmez, “Hoş geldin Çoban,” diyerek etrafını sarıyorlardı. Arabasını sık sık durdurması biraz da ben bu köylerde çok çalıştım hocam, demek içindi. En sonunda beğendiği bir mekânda şövalesini kuruyor, resim sehpasını çıkarıyor tuvalini yerleştiriyor ve hemen resme başlıyordu. 1,5 saat kadar çalışıp resmin alt zeminini oluşturduktan sonra hemen toprağa uzanıp, vücudunda biriken enerjiyi boşaltıyordu. O sıralarda ben de kendi resmimin alt zeminini tamamlamış oluyordum. O dinlenirken ben ve eşi sofrayı kuruyorduk. Yemeğin ardından resmini tamamlıyordu. Sofranın toplanmasına yardım ettiğim için ben resmimi genelde evimizde tamamlıyordum.
Bizim bu gezilerimize zaman zaman Yaşar ve Çiğdem Çallı çifti ile Mustafa Erol’da katılırdı.
O yıllarda Çoban Ressam’ın evine kimler gelmiyordu ki… Yaşar-Çiğdem Çallı çifti, Hikmet Şimşek, Kralların Ressamı Rahmi Pehlivanlı ve eşi Nurhan Pehlivanlı en sık ziyaretçilerindendi. Batıkent sanatçıların yaşadığı semt olduğu için, semt sanatçıları da Çoban’ın evine ve atölyesine uğramadan edemiyordu. Habip Aydoğdu, Devlet Tiyatro Sanatçısı Mehmet Göçer v.b gibi pek çok sanatçı onu ziyaret ediyordu.
Çoban Ressam Anadolu’nun pek çok kentinde köy köy dolaşarak görebildiği ve yaşadığı güzellikleri resmetti, sanatseverlerle paylaştı, çeşitli demeçleri basında yer aldı:
- Dünyanın en büyük atölyesi, sanatçıların kaynaşabildiği kendi ülkesidir.
- Sokak ressamlığı toplumla sanatçının kaynaşması için güzel bir adımdır.
- Sanatın topluma mal olabilmesi için, sanatçının halkla iç içe çalışılması gerekir.
- Resim sanatının topluma kavratılması için her zaman çalışmaya hazırım.
- Umarım bu tip çalışmalar ülkemin her köşesine yoğunlaşır. Sanatçılar ülkelerini diğer ülkelerde tanıtan en önemli rehberlerdir.
- Sanatçıların yaşayabilmesi ve sanatını ileriye taşıyabilmesi için devlet desteğine ihtiyaç vardır.
Süleyman Şahin, demeçlerinde; sergilerini hazırlamadan önce pek çok köyü dolaştığını, bazı engellerle karşılaşsa da köylülerin sevgi ve ilgisinin onu çok mutlu ettiğini anlatıyordu. Başka bir zaman diliminde şunları söylüyordu:
- Beni halk eğitti, doğa benim okulum, yuvam oldu.
- Eli kalem tutan gençlere sesleniyorum, korkmayın sanatın üstüne üstüne gidin, akademilerde okuyun, okumazsanız da üzülmeyin, dünyada öyle ressamlar varki; en cahili bile onları tanıyor. Bunlar sanat akademilerinden mi mezunlar?
- Bugüne kadar hakkımda binlerce yazı yayımlandı. Beni bu topluma tanıtan Türk basınına, televizyonuna derin şükranlarımı sunar, onları hiç bir zaman mahcup etmeden yoluma devam edeceğimi belirtirim.
Süleyman Şahin Adım Adım Anadolu adını verdiği sergilerinde Safranbolu evlerini ve Safranbolu’daki yaşamı işledi.
1989 yılın da 1. Mevlana resim yarışmasına birlikte katıldık. Ben 2.lik Çoban da mansiyon aldı. Yaptığı tablo günlerce sürdü. Puantilist çalışıyordu. O resmin seyrine doyamıyordum. İlk kez puantilist çalışan bir sanatçıyla karşılaşmıştım. Gazi resim bölümünde okurken puantilist ressamlar Georges Seurat, Paul Signac, Camille Pissarro, Henri – Edmond Cross hakkında bilgiler okumuş sınavda çıkan sorulara cevap vermiştim. Yapılışını yakından izlemek ilginçti. Çoban daha sonraları bir adı da noktacılık olan bu teknikte pek çok resimler yaptı. Konunun zeminini konuya uygun önce düz renkle dolduruyor sonrada nokta nokta ışık gölde düşen gölgesini ve uzaklık yakınlığını veriyordu.
1990’da Süleyman Şahin’in sergisinin açılışını Cumhurbaşkanı Turgut Özal yaptı. Neredeyse tüm basın, televizyoncular oradaydı. Halktan fazla basın vardı.
Çoban Ressam Süleyman Şahin her zaman etrafına bürokrasiyi toplamayı başardı. Onun yüzlerce sergisinin açılışını yüzlerce bürokrat yaptı.
1995 yılı gazete yazılarında “Süleyman Şahin şimdi ünlüler kervanında yürüyor,” benzeri cümlelere yer verildi.
Çoban Ressam 27 Şubat’ı Ressamlar Günü olarak ilan etti. Artık sanatçılar, 27 Şubat’ı Sanatçılar Günü olarak kabul ediyor ve kutluyor.
Gazeteler, “Çoban Ressam’dan Eleştiri” başlığı altında politikacılara eleştirilerine de yer verdi: “Toplum, kültür ve sanat alanında eğitildiği zaman bir yere gelir. Bu yüzden devlete büyük görevler düşüyor. Oysa devletin başındaki liderlerimizin kavgalarını ve dedikodularını izliyoruz,” diyen Çoban Ressam Süleyman Şahin Türkiye’de bir kültür açlığı olduğunu, bu durumun bir an önce giderilmesi gerektiğini söyledi ve politikacıları sanata karşı hassas olmaya çağırdı.
Çoban Ressam Güney Anadolu’nun yüksek yaylalarında yaşayan göçerlerin yaşamlarından da etkilenip bu yaşamı empresyonizm (izlenimcilik) tadında 500’e yakın tabloyla anlattı. “Hocam, göçerlerle yaşamak onların felsefesini öğrenmek beni daha mütevazı, daha ılımlı yaptı,” dedi ve ekledi: “Göçerler, ‘Biz olmazsak bu dağlar, bu yaylalar sahipsiz kalır. Biz bu dağların bekçileriyiz’ diyorlar.” Haklılar da
Daha sonraları da diğer şehirleri dolaşarak, göçerleri araştırdı. En çok da Bey Dağlar Antalya Korkuteli’nde konaklamış göçerleri araştırdı, onlarla yaşadı. Bu konuda bir dizi çalışmalar yaptı, sergiler açtı. Çağdaş Sanatlar Galerisi’nde 2 x 14 metre boyutlarındaki 28 metrekarelik Göçerler tablosu sergilendi. Adını da İpek yolu koydu. Bu resim İstanbul’da, Moskova’da sergilendi. İsrail’de satıldı.
Gazetelere demeçler vermeye devam etti. Bu konudaki heyecanını da “Ressamlar bu zengin konuda pek çok resim yapabilirler, sonsuz konu elimizin altında” sözleriyle paylaştı.
Kendisinin sevdiği mekânları diğer sanatçıların da resmetmesini arzu etti. “Her sergimde bir sınıf geçtim,” diyerek sanattaki adımlarını anlattı.
Çoban Ressam sadece dağların, köylerin ressamı değildi. Devasa boyutlarda Ankara tabloları yaptı. Bugüne kadar binlerce tablo yapan Çoban Ressam Türkiye’nin ve dünyanın en çok devasa tablo yapan sanatçılarındandır. Bugüne kadar 18 bin tablo yaptı.
Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Deniz Baykal, Farah Diba v.b gibi Türkiye’ye ve dünyaya mal olmuş pek çok insanın resmini yaptı. O aynı zamanda iyi bir portreci, iyi gözlemci, ruhsal çözümcüydü. İnsanın da toplumun da nabzını iyi tutmayı biliyordu.
Van Gogh hayranı olan Çoban Ressam Süleyman Şahin, Vincent Van Gogh’a Saygı sergisini sanatçının ölümünün 100.yıldönümünde Ankara'da açtı. Serginin konusu Karadeniz ve ayçiçekleriydi.
Çoban Ressam resme ilk başladığı yıllarda Türkiye’den Paris'e gittiğinde Van Gogh’un mezarını arar ve bulur. O anısını da samimi olduğumuz yıllarda şöyle anlatmıştı. “Paris’in güneyinde Auvers-sur-Oise köyüne gittim. Onun mezarının başında, ‘güzel insan; sen, çok acı çekmişsin, ben o acıları çekmeden sanatımı dünyaya tanıtacağım’ diye yemin ettim.”
O, içten konuşmalarıyla yüreğindeki sevgiyi aktarmaya çalışan usta bir filozoftur. Onun felsefesi sevmek, sadece sevmekti. Doğayı sevmek, insanı sevmek, yaratandan ötürü yaratılanı sevmektir. O vatanını, vatanın taşını, toprağını, güneşini, havasını, kendine ve toplumuna kattıklarını sevdi. Çünkü o toprağın çocuğuydu. Çobanlık yaparken otların, ekinlerin hışırdayarak çıkardığı sesle kuzuların, koyunların çıkardığı seslerin müziğini duymuştu. Hiç müzik eğitimi de almadığı halde antikacıdan aldığı kemanıyla doğaçlama müzik yapmıştır.
Çoban Ressam bir aşiret kızına âşık oldu. Bu aşk nedeniyle sevgilisinin ailesi tarafından aranan kişi haline geldi. Sevgilisiyle birlikte köşe bucak, köy köy, kasaba kasaba on ay boyunca saklandılar. En sonunda bu aşiret kızını eşi boşadı. Çoban da eşinden boşandı. Bir süre sonra evlendiler. Bursa Mudanya’ya yerleştiler. Yeni eşi ile resim sergileri açtı. Çoban’ın önemli katkılarıyla eşi de ressam olmuştu. Çoban Ressam bu aşiret kızına çok emek verdi. Bu beraberlik 13 yıl sürdü.
Çoban Ressam, kendisini şöhrete taşımış başkente geri döndü, Ankara’da da Sanat Sokağı kurdu. Bu sokaklar zaman zaman yer değiştirdi. 80 kişilik bir grupla Ansev Mobilya Dekorasyon Merkezi’nde dört yıl, daha sonra da Müjdat Gezen Kültür Merkezi'nde Sanat Yöneticiliği yaptı. O yıllarda Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy çok resim satın alıyordu. Sanat Sokağı’nın en büyük destekçisiydi.
Çoban Ressam Binlerce kişi yetiştirdi. Sanata emek verenleri de bir araya toplayarak gelişmelerine katkıda bulundu.
Çoban Ressam toplumsal olaylara, reaksiyonlara, adaletsizliklere eserlerinde yer verirken, medyada da demeçlerinde yer veriyordu.
Doğayı en güzel yorumlayan ender sanatçılardandır. O biraz Van Gogh, biraz Claude Monet, George Seurat, Paul Signac, Salvador Dali’dir. Hem empresyonizme, hem ekspresyonizme yakındır. Zaman zaman sürrealist ve puantalisttir.
Son yıllarda Don Kişot temalı yüzlerce tabloya imzasını atmıştır.
Çoban Ressam zamanımızın Don Kişot’udur.
Kendi kendini var etmiş bir şövalyedir…
Sevgili Gülseren Sönmez bu güzel yazı için teşekkür ederiz. Çoban Ressamımızı en ince detaylarına kadar bize anlatıyorsunuz. Sanatçı dayanışması ne güzel. Sağlık ve sanatla kalalım.
[simple-author-box]
Ressam-Yazar Gülseren Sönmez, sanatçımız Süleyman Şahin'i o kadar güzel anlatmış ki;
Süleyman Şahin 1949 yılında Eskişehir'in Sivrihisar ilçesinin Günyüzü nahiyesinin Beyyayla köyünde doğar. İlkokul dördüncü sınıfa kadar okur. Çok çalışkandır, sınıfta en iyi matematiği çözen de odur. Bir de sınıf başkanıdır.
1959 yılının Mayıs ayıdır. Okullarına başka bir köyden 80 kişilik bir okul gelir. Bu çocuklar okulun öğrencilerine dağıtılır. Amaç, çocuklar sayesinde köyler arası dostluğu sağlamaktır. Öğretmenleri fakirler diye amcasını oğluyla kendisine öğrenci vermez. Süleyman Şahin durumu annesine anlatınca annesi de çok üzülür. “fakirliğin gözü kor olsun insanı nasılda köylüye mahcup ediyorlar” der. Kalbi ve onuru kırılan küçük Süleyman annesini üzülmesine de içerlenir. Ertesi gün okulun camlarını taş atarak indirir. O gün eğitimini son günü olur. Yıllar sonra ehliyet alacağı zaman ilkokul diplomasını da alır.
Ailesi için çobanlık yapmak zorundadır. Çobanlık yaparken, koyunlarını ıslık çalarak otlatır. Önceleri koyunları idare etmek zor olsa da zamanla koyun gütmeyi öğrenir. Koyunları gütmek problem çözmek, hayatı çözmek gibidir. Bir gün Çoban bana, “Hocam, çobanlık bana hayatla baş etmeyi de öğretti,” demişti.
O, çobanlık yaparken sonsuz zannettiği doğayı izler. Doğa onun için aşktır. Doğanın rüzgârı onu rahatlatırken, sesi onu kendinden geçirir. Hele renkler bulunduğu yerde başka, uzaklarda başkadır. İçine aşkla dolan güneş ışığı, huzur bulmasını sağlar. O artık doğanın çocuğu, koyunların arkadaşıdır. O ortamdan hiç ayrılmak istemez. Koyun gütmeyi çok sever.
O güzel ortamda karnını, anasının sardığı azığın yanı sıra koyundan, keçiden sağdığı sütle doyurur. Karnını doyururken gözü koyunların suya düşürdüğü aksine dalar, elindeki çobandeğneği ile koyunların suya düşen akislerini toprağa çizer. 11 yaşındadır. Çizdikleri ile mutlu olur. O günden sonra toprağa, duvarlara çizer de çizer. Artık kendini tutamaz eline geçirdiği odun kömürü ile dağa taşa çizer. Sonra da kendine defter alır. Öğrenciyken, sınıfın en iyi resim yapanının Süleyman Şahin olduğunu söyleyen öğretmenin övgüsünü hatırlar. Mutluluğu sonsuzdur. İçini şimdiye kadar hiç bilmediği huzur ve mutluluk doldurmuştur.
15 -16 yaşına gelince Ankara’da inşaatlarda boyacılığa başlar. Badana boyalarıyla kartonlara, çimento kâğıtlarına parmaklarıyla boyayarak resimler yapar. Bu resimleri Polatlı pazar yerinde sergiler. Burada bir resmini kasap 10 liraya satın alır. O dönemde bir işçinin yevmiyesi 2,5 liradır. O resim ilk sattığı resimdir. O resminin parasının güzelliğini, ruhunda duyduğu doyuruculuğu ve sevinci daha sonra sattığı hiç bir resimde bulamaz. Ona göre bu para çok kıymetlidir.
Daha sonraları badanasını yaptığı evlerin önlerinde, çalıştığı resimlerini sergiler. Bir gün bu kapı önü sergilerden birini gören Ressam Fahir Aksoy övgü dolu sözler söyler. Resmin fırça ve tuvalle yapılacağını anlatır. Ayrıca resim galerini gezmesini ve Başkent Dergisine reklam vermesini önerir.
Başkent Dergisi sahibi Tahsin Bey, hemen diğer gazetelere haber verir, “Sen biz gazeteciler için en güzel haber kaynağısın,” der. O günlerde Ankara Rüzgârlı Sokak’ta pek çok gazete bulunmaktadır. Bütün gazeteler bu genç köylü çocuğunu Çoban Ressam olarak topluma lanse eder. Hürriyet, Milliyet, Barış, Yenigün, Adalet gibi pek çok gazete artarda haberler yaparlar. Artık Süleyman Şahin değil Çoban Ressam’dır
1969 yılında henüz 20 yaşındayken Türk-iş genel merkezi sanat galerisinde ilk resim sergisini açar.
1974 yılında Türk-İş Sanat Galerisi’ndeki sergisini, dönemin Başbakanı, annesi de ressam olan Bülent Ecevit ziyaret eder. Çoban Ressam ona resim hediye etmek istediğinde, Ecevit, “Sanatçıdan hediye kabul edilmez, ancak satın alınır,” der ve dört tablo satın alır.
Yine tüm haber kaynakları Çoban Ressamı yazar da yazar. Artık onun sergilerinde devlet büyükleri hep yer alacaktır.
1970’li yıllardan sonra Süleyman Şahin eline tuvalini, paletini alıp yurdun dört bir köşesini Evliya Çelebi gibi adım adım gezer. Gezerken yurdunun doğasına hayran kalır. Bu gezilerden elinde resimleriyle döner ve sergiler açar. Gazetelere, televizyona (o yıllarda tek kanal televizyon var) demeçler verir, sergilerinin davetiyelerini gönderir. Gönlünden geçen, resim sanatını toplumumuza sevdirmektir.
Doğa katliamına dikkat çeker, hayvan sevgisini dile getirir, onları korumanın bir görev olduğunu, hayvanların biz insanlara öğrettiklerinden faydalanmak gerektiğini vurgular. O toplumuna, yurduna çok saygılıdır, düşkündür.
Demeçleri ilginçtir:
· “Kültürümüzün sonu geldi.”
· “Göreceksiniz günün birinde ünlü olacağım.”
· “Hiç durmadan çok çalışacağım. Yurdumu yurtdışında da temsil edeceğim.” der.
Hiç sanat eğitimi almamış, ilkokul 4. sınıftan ayrılmış, evine katkıda bulunmak için çobanlık yapmış bir kişinin yaşamı gazeteciler, televizyoncular için hep ilginç olmuştur. Böyle bir yaşamdan gelen kişi de basın için işlenecek konudur. Bu nedenle Çoban Ressam Süleyman Şahin’in hayatı ve sergileri sıklıkla yer almıştır.
1970’li yıllarda Ankara’da açılan sergilerini ben de ziyaret ettim. Çoban ressam halkla bütünleşiyor, sohbetler ediyordu. Etrafını saranlar da merakla sorular soruyorlardı. Gazeteciler kadar halkın da ilgi odağıydı. Çoban Ressam her sergisinde bir sınıf geçtiğini anlatıyor ve şöyle diyordu:
· “Resme başladığımdan bu yana doğadan hiç kopmadım. Güzel sanatlarının sırrı doğadadır. Bu nedenle bütün sanatçıları doğayı kucaklamaya çağırıyorum.”
· “Sanatçılar önce kendi toplumlarıyla kaynaşmalıdır. ”
Evlendi, Bursa’ya yerleşti.
Süleyman Şahin sanatın beşiğinin Paris olduğunu duymuştu; eşini ve oğlunu annesinin yanına bıraktı. Dürdüğü yorganıyla kendini Paris Montmartre Tepesinde buldu. Montmartre sanatçıların buluştuğu, resim yaptığı yerdi. Kendini Kabul ettirmek için çok uğraştı. Bazı geceler sokaklarda yattı. Ucuz yemekler nerede yenir onu öğrendi. Daha sonraları Paris sokaklarında çeşitli dükkânların karşısına geçip resimlerini yaptı. Sonra da yaptığı bu resimleri, dükkân sahiplerine umduğundan da yüksek fiyatlara sattı. Artık parası vardı. Para nasıl kazanılır öğrenmişti. Montmartre’da artık yeri vardı. Fransızcayı da konuşabilecek kadar kısa sürede öğrendi.
Çoban, kızıl saçları, pembe beyaz teni ile bir parça Avrupalıyı andırıyordu. Bu görüntüsünün de Montmartre Tepesi Sanat Sokağında kabul görmesine katkısı oldu. 1983 yılıydı. Sanatı öğrenmek, kendini tanımak, tanıtmak için aylarca Paris’te kaldı. Paris ona okul oldu.
Yurduna döndüğünde yine durmadan çalıştı, sergiler açtı.
Süleyman Şahin 1986 de tekrar Paris yolunu tuttu. Aklı fikri var olmaktı. Bir kere içine sanat aşkı girmişti. Sanat onu çekiyordu. Aç kalma pahasına da olsa, o ortamda olmalıydı. Bu sefer neredeyse 1,5 yıl kadar kaldı. Paris Şanzelize’de sergi açtı. Çocuklarını özlemese yine de kalırdı. Kendi gibi sarışın mavi gözlü kızı, eşi gibi kumral oğlu, iki güzel çocuğu vardı.
Çoban Ressam Bursa’da kendi gibi sokak ressamlarını örgütleyip sanat sokağının kurucularından oldu. 40 sanatçı arkadaşıyla Bursa Koza Han’da sanat sokağını oluşturdu. Bu etkinlik, çevre sakinleri tarafından belediyeye şikâyet edildi. Bu durum üzerine sanat ve sanatçı aşığı Ali Osman Sönmez, Tophane’deki arazisini sanatçılara tahsis etti. Bu arazi 22 yıl boyunca sanatçılara hizmet verdi. Her sanatçının kazancının tamamı kendine kalıyordu. 22 yıl sonra bu güzel sanat yuvasını dönemin belediye başkanı yol geçirmek maksadıyla dağıttı. Bu güzel yuva bir daha geri dönmemek üzere kapandı. Oysa orası yüzlerce sanatçının ekmek kazandığı yurttu, yuvaydı.
Çoban Ressam sanat sokağın kaldırılmasına isyanını Bursa Belediye Başkanına şu şekilde iletti:
“Siz bu şehrin koca çınarının kesilmesine, ışığının yok olmasına neden oldunuz. Sanatı olmayan, bir şehrin de ülkenin de ruhu yoktur, sizin gibi insanlara söylenecek söz çoktur,” Bu kapatma olayını sanatçılar da resimlerini siyaha boyayarak protesto etmiş.
Bu olay Bursa için çok büyük ayıptı, kayıptı. Şöyle feryat ediyordu Çoban Ressam: “Hocam, bir sanatsever insan, arazisini sanat için bağışlıyordu; bir başkan geliyor, başka taraftan yol geçirebilecekken, kentin en güzel, en önemli turistik alanını, şerefini, en büyük sanatsal, kutsal alanını yok ediyordu. Belediye başkanı sırf kendi sözünü geçirmek için, egosu için o kutsal mekânı yok etti.”
· “Sanat aşkı içinde olan durur mu?
· Sanatçı her yerde her koşulda çalışır.
· Sanatçı varsa sanat da vardır. Güzellikte, her türlü sevgide oradadır.
· Sanatçı yapar, bilim yazar. Bilimin temelinde de sanat vardır.”
Çoban Ressam için sanatçı dostlarıyla beraber çalıştığı alan kutsaldı. Sanatı var eden her alana saygı duyuyor, kutsallığa yüceltiyordu. Yurdunu sevmesi gibi, sanatı da seviyordu.
Çoban ressam 1988’de Ankara Batıkent’e taşındı. O zaman sanatçıyı daha yakından tanıdım. Biz de Batıkent’e oturuyorduk. Evlerimiz çok yakındı. Bazen Çoban’ın evinde, bazen de bizim evde modelle çalışmaya başladık. Çobanın sanatsal yolculuğunu konuşmalarından öğreniyordum.
Bazen eşiyle birlikte yemek yapıp, eşimi de yanımıza alarak Çoban’ın yanına gidiyorduk. O bizi köy köy dolaştırıyor, köylerde resimlenecek konu arıyordu.
Durduğumuz köylerde köylüler, arabadan iner inmez, “Hoş geldin Çoban,” diyerek etrafını sarıyorlardı. Arabasını sık sık durdurması biraz da ben bu köylerde çok çalıştım hocam, demek içindi. En sonunda beğendiği bir mekânda şövalesini kuruyor, resim sehpasını çıkarıyor tuvalini yerleştiriyor ve hemen resme başlıyordu. 1,5 saat kadar çalışıp resmin alt zeminini oluşturduktan sonra hemen toprağa uzanıp, vücudunda biriken enerjiyi boşaltıyordu. O sıralarda ben de kendi resmimin alt zeminini tamamlamış oluyordum. O dinlenirken ben ve eşi sofrayı kuruyorduk. Yemeğin ardından resmini tamamlıyordu. Sofranın toplanmasına yardım ettiğim için ben resmimi genelde evimizde tamamlıyordum.
Bizim bu gezilerimize zaman zaman Yaşar ve Çiğdem Çallı çifti ile Mustafa Erol’da katılırdı.
O yıllarda Çoban Ressam’ın evine kimler gelmiyordu ki… Yaşar-Çiğdem Çallı çifti, Hikmet Şimşek, Kralların Ressamı Rahmi Pehlivanlı ve eşi Nurhan Pehlivanlı en sık ziyaretçilerindendi. Batıkent sanatçıların yaşadığı semt olduğu için, semt sanatçıları da Çoban’ın evine ve atölyesine uğramadan edemiyordu. Habip Aydoğdu, Devlet Tiyatro Sanatçısı Mehmet Göçer v.b gibi pek çok sanatçı onu ziyaret ediyordu.
Çoban Ressam Anadolu’nun pek çok kentinde köy köy dolaşarak görebildiği ve yaşadığı güzellikleri resmetti, sanatseverlerle paylaştı, çeşitli demeçleri basında yer aldı:
- Dünyanın en büyük atölyesi, sanatçıların kaynaşabildiği kendi ülkesidir.
- Sokak ressamlığı toplumla sanatçının kaynaşması için güzel bir adımdır.
- Sanatın topluma mal olabilmesi için, sanatçının halkla iç içe çalışılması gerekir.
- Resim sanatının topluma kavratılması için her zaman çalışmaya hazırım.
- Umarım bu tip çalışmalar ülkemin her köşesine yoğunlaşır. Sanatçılar ülkelerini diğer ülkelerde tanıtan en önemli rehberlerdir.
- Sanatçıların yaşayabilmesi ve sanatını ileriye taşıyabilmesi için devlet desteğine ihtiyaç vardır.
Süleyman Şahin, demeçlerinde; sergilerini hazırlamadan önce pek çok köyü dolaştığını, bazı engellerle karşılaşsa da köylülerin sevgi ve ilgisinin onu çok mutlu ettiğini anlatıyordu. Başka bir zaman diliminde şunları söylüyordu:
- Beni halk eğitti, doğa benim okulum, yuvam oldu.
- Eli kalem tutan gençlere sesleniyorum, korkmayın sanatın üstüne üstüne gidin, akademilerde okuyun, okumazsanız da üzülmeyin, dünyada öyle ressamlar varki; en cahili bile onları tanıyor. Bunlar sanat akademilerinden mi mezunlar?
- Bugüne kadar hakkımda binlerce yazı yayımlandı. Beni bu topluma tanıtan Türk basınına, televizyonuna derin şükranlarımı sunar, onları hiç bir zaman mahcup etmeden yoluma devam edeceğimi belirtirim.
Süleyman Şahin Adım Adım Anadolu adını verdiği sergilerinde Safranbolu evlerini ve Safranbolu’daki yaşamı işledi.
1989 yılın da 1. Mevlana resim yarışmasına birlikte katıldık. Ben 2.lik Çoban da mansiyon aldı. Yaptığı tablo günlerce sürdü. Puantilist çalışıyordu. O resmin seyrine doyamıyordum. İlk kez puantilist çalışan bir sanatçıyla karşılaşmıştım. Gazi resim bölümünde okurken puantilist ressamlar Georges Seurat, Paul Signac, Camille Pissarro, Henri – Edmond Cross hakkında bilgiler okumuş sınavda çıkan sorulara cevap vermiştim. Yapılışını yakından izlemek ilginçti. Çoban daha sonraları bir adı da noktacılık olan bu teknikte pek çok resimler yaptı. Konunun zeminini konuya uygun önce düz renkle dolduruyor sonrada nokta nokta ışık gölde düşen gölgesini ve uzaklık yakınlığını veriyordu.
1990’da Süleyman Şahin’in sergisinin açılışını Cumhurbaşkanı Turgut Özal yaptı. Neredeyse tüm basın, televizyoncular oradaydı. Halktan fazla basın vardı.
Çoban Ressam Süleyman Şahin her zaman etrafına bürokrasiyi toplamayı başardı. Onun yüzlerce sergisinin açılışını yüzlerce bürokrat yaptı.
1995 yılı gazete yazılarında “Süleyman Şahin şimdi ünlüler kervanında yürüyor,” benzeri cümlelere yer verildi.
Çoban Ressam 27 Şubat’ı Ressamlar Günü olarak ilan etti. Artık sanatçılar, 27 Şubat’ı Sanatçılar Günü olarak kabul ediyor ve kutluyor.
Gazeteler, “Çoban Ressam’dan Eleştiri” başlığı altında politikacılara eleştirilerine de yer verdi: “Toplum, kültür ve sanat alanında eğitildiği zaman bir yere gelir. Bu yüzden devlete büyük görevler düşüyor. Oysa devletin başındaki liderlerimizin kavgalarını ve dedikodularını izliyoruz,” diyen Çoban Ressam Süleyman Şahin Türkiye’de bir kültür açlığı olduğunu, bu durumun bir an önce giderilmesi gerektiğini söyledi ve politikacıları sanata karşı hassas olmaya çağırdı.
Çoban Ressam Güney Anadolu’nun yüksek yaylalarında yaşayan göçerlerin yaşamlarından da etkilenip bu yaşamı empresyonizm (izlenimcilik) tadında 500’e yakın tabloyla anlattı. “Hocam, göçerlerle yaşamak onların felsefesini öğrenmek beni daha mütevazı, daha ılımlı yaptı,” dedi ve ekledi: “Göçerler, ‘Biz olmazsak bu dağlar, bu yaylalar sahipsiz kalır. Biz bu dağların bekçileriyiz’ diyorlar.” Haklılar da
Daha sonraları da diğer şehirleri dolaşarak, göçerleri araştırdı. En çok da Bey Dağlar Antalya Korkuteli’nde konaklamış göçerleri araştırdı, onlarla yaşadı. Bu konuda bir dizi çalışmalar yaptı, sergiler açtı. Çağdaş Sanatlar Galerisi’nde 2 x 14 metre boyutlarındaki 28 metrekarelik Göçerler tablosu sergilendi. Adını da İpek yolu koydu. Bu resim İstanbul’da, Moskova’da sergilendi. İsrail’de satıldı.
Gazetelere demeçler vermeye devam etti. Bu konudaki heyecanını da “Ressamlar bu zengin konuda pek çok resim yapabilirler, sonsuz konu elimizin altında” sözleriyle paylaştı.
Kendisinin sevdiği mekânları diğer sanatçıların da resmetmesini arzu etti. “Her sergimde bir sınıf geçtim,” diyerek sanattaki adımlarını anlattı.
Çoban Ressam sadece dağların, köylerin ressamı değildi. Devasa boyutlarda Ankara tabloları yaptı. Bugüne kadar binlerce tablo yapan Çoban Ressam Türkiye’nin ve dünyanın en çok devasa tablo yapan sanatçılarındandır. Bugüne kadar 18 bin tablo yaptı.
Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Deniz Baykal, Farah Diba v.b gibi Türkiye’ye ve dünyaya mal olmuş pek çok insanın resmini yaptı. O aynı zamanda iyi bir portreci, iyi gözlemci, ruhsal çözümcüydü. İnsanın da toplumun da nabzını iyi tutmayı biliyordu.
Van Gogh hayranı olan Çoban Ressam Süleyman Şahin, Vincent Van Gogh’a Saygı sergisini sanatçının ölümünün 100.yıldönümünde Ankara'da açtı. Serginin konusu Karadeniz ve ayçiçekleriydi.
Çoban Ressam resme ilk başladığı yıllarda Türkiye’den Paris'e gittiğinde Van Gogh’un mezarını arar ve bulur. O anısını da samimi olduğumuz yıllarda şöyle anlatmıştı. “Paris’in güneyinde Auvers-sur-Oise köyüne gittim. Onun mezarının başında, ‘güzel insan; sen, çok acı çekmişsin, ben o acıları çekmeden sanatımı dünyaya tanıtacağım’ diye yemin ettim.”
O, içten konuşmalarıyla yüreğindeki sevgiyi aktarmaya çalışan usta bir filozoftur. Onun felsefesi sevmek, sadece sevmekti. Doğayı sevmek, insanı sevmek, yaratandan ötürü yaratılanı sevmektir. O vatanını, vatanın taşını, toprağını, güneşini, havasını, kendine ve toplumuna kattıklarını sevdi. Çünkü o toprağın çocuğuydu. Çobanlık yaparken otların, ekinlerin hışırdayarak çıkardığı sesle kuzuların, koyunların çıkardığı seslerin müziğini duymuştu. Hiç müzik eğitimi de almadığı halde antikacıdan aldığı kemanıyla doğaçlama müzik yapmıştır.
Çoban Ressam bir aşiret kızına âşık oldu. Bu aşk nedeniyle sevgilisinin ailesi tarafından aranan kişi haline geldi. Sevgilisiyle birlikte köşe bucak, köy köy, kasaba kasaba on ay boyunca saklandılar. En sonunda bu aşiret kızını eşi boşadı. Çoban da eşinden boşandı. Bir süre sonra evlendiler. Bursa Mudanya’ya yerleştiler. Yeni eşi ile resim sergileri açtı. Çoban’ın önemli katkılarıyla eşi de ressam olmuştu. Çoban Ressam bu aşiret kızına çok emek verdi. Bu beraberlik 13 yıl sürdü.
Çoban Ressam, kendisini şöhrete taşımış başkente geri döndü, Ankara’da da Sanat Sokağı kurdu. Bu sokaklar zaman zaman yer değiştirdi. 80 kişilik bir grupla Ansev Mobilya Dekorasyon Merkezi’nde dört yıl, daha sonra da Müjdat Gezen Kültür Merkezi'nde Sanat Yöneticiliği yaptı. O yıllarda Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy çok resim satın alıyordu. Sanat Sokağı’nın en büyük destekçisiydi.
Çoban Ressam Binlerce kişi yetiştirdi. Sanata emek verenleri de bir araya toplayarak gelişmelerine katkıda bulundu.
Çoban Ressam toplumsal olaylara, reaksiyonlara, adaletsizliklere eserlerinde yer verirken, medyada da demeçlerinde yer veriyordu.
Doğayı en güzel yorumlayan ender sanatçılardandır. O biraz Van Gogh, biraz Claude Monet, George Seurat, Paul Signac, Salvador Dali’dir. Hem empresyonizme, hem ekspresyonizme yakındır. Zaman zaman sürrealist ve puantalisttir.
Son yıllarda Don Kişot temalı yüzlerce tabloya imzasını atmıştır.
Çoban Ressam zamanımızın Don Kişot’udur.
Kendi kendini var etmiş bir şövalyedir…
Sevgili Gülseren Sönmez bu güzel yazı için teşekkür ederiz. Çoban Ressamımızı en ince detaylarına kadar bize anlatıyorsunuz. Sanatçı dayanışması ne güzel. Sağlık ve sanatla kalalım.
1959 yılının Mayıs ayıdır. Okullarına başka bir köyden 80 kişilik bir okul gelir. Bu çocuklar okulun öğrencilerine dağıtılır. Amaç, çocuklar sayesinde köyler arası dostluğu sağlamaktır. Öğretmenleri fakirler diye amcasını oğluyla kendisine öğrenci vermez. Süleyman Şahin durumu annesine anlatınca annesi de çok üzülür. “fakirliğin gözü kor olsun insanı nasılda köylüye mahcup ediyorlar” der. Kalbi ve onuru kırılan küçük Süleyman annesini üzülmesine de içerlenir. Ertesi gün okulun camlarını taş atarak indirir. O gün eğitimini son günü olur. Yıllar sonra ehliyet alacağı zaman ilkokul diplomasını da alır.
Ailesi için çobanlık yapmak zorundadır. Çobanlık yaparken, koyunlarını ıslık çalarak otlatır. Önceleri koyunları idare etmek zor olsa da zamanla koyun gütmeyi öğrenir. Koyunları gütmek problem çözmek, hayatı çözmek gibidir. Bir gün Çoban bana, “Hocam, çobanlık bana hayatla baş etmeyi de öğretti,” demişti.
O, çobanlık yaparken sonsuz zannettiği doğayı izler. Doğa onun için aşktır. Doğanın rüzgârı onu rahatlatırken, sesi onu kendinden geçirir. Hele renkler bulunduğu yerde başka, uzaklarda başkadır. İçine aşkla dolan güneş ışığı, huzur bulmasını sağlar. O artık doğanın çocuğu, koyunların arkadaşıdır. O ortamdan hiç ayrılmak istemez. Koyun gütmeyi çok sever.
O güzel ortamda karnını, anasının sardığı azığın yanı sıra koyundan, keçiden sağdığı sütle doyurur. Karnını doyururken gözü koyunların suya düşürdüğü aksine dalar, elindeki çobandeğneği ile koyunların suya düşen akislerini toprağa çizer. 11 yaşındadır. Çizdikleri ile mutlu olur. O günden sonra toprağa, duvarlara çizer de çizer. Artık kendini tutamaz eline geçirdiği odun kömürü ile dağa taşa çizer. Sonra da kendine defter alır. Öğrenciyken, sınıfın en iyi resim yapanının Süleyman Şahin olduğunu söyleyen öğretmenin övgüsünü hatırlar. Mutluluğu sonsuzdur. İçini şimdiye kadar hiç bilmediği huzur ve mutluluk doldurmuştur.
15 -16 yaşına gelince Ankara’da inşaatlarda boyacılığa başlar. Badana boyalarıyla kartonlara, çimento kâğıtlarına parmaklarıyla boyayarak resimler yapar. Bu resimleri Polatlı pazar yerinde sergiler. Burada bir resmini kasap 10 liraya satın alır. O dönemde bir işçinin yevmiyesi 2,5 liradır. O resim ilk sattığı resimdir. O resminin parasının güzelliğini, ruhunda duyduğu doyuruculuğu ve sevinci daha sonra sattığı hiç bir resimde bulamaz. Ona göre bu para çok kıymetlidir.
Daha sonraları badanasını yaptığı evlerin önlerinde, çalıştığı resimlerini sergiler. Bir gün bu kapı önü sergilerden birini gören Ressam Fahir Aksoy övgü dolu sözler söyler. Resmin fırça ve tuvalle yapılacağını anlatır. Ayrıca resim galerini gezmesini ve Başkent Dergisine reklam vermesini önerir.
Başkent Dergisi sahibi Tahsin Bey, hemen diğer gazetelere haber verir, “Sen biz gazeteciler için en güzel haber kaynağısın,” der. O günlerde Ankara Rüzgârlı Sokak’ta pek çok gazete bulunmaktadır. Bütün gazeteler bu genç köylü çocuğunu Çoban Ressam olarak topluma lanse eder. Hürriyet, Milliyet, Barış, Yenigün, Adalet gibi pek çok gazete artarda haberler yaparlar. Artık Süleyman Şahin değil Çoban Ressam’dır
1969 yılında henüz 20 yaşındayken Türk-iş genel merkezi sanat galerisinde ilk resim sergisini açar.
1974 yılında Türk-İş Sanat Galerisi’ndeki sergisini, dönemin Başbakanı, annesi de ressam olan Bülent Ecevit ziyaret eder. Çoban Ressam ona resim hediye etmek istediğinde, Ecevit, “Sanatçıdan hediye kabul edilmez, ancak satın alınır,” der ve dört tablo satın alır.
Yine tüm haber kaynakları Çoban Ressamı yazar da yazar. Artık onun sergilerinde devlet büyükleri hep yer alacaktır.
1970’li yıllardan sonra Süleyman Şahin eline tuvalini, paletini alıp yurdun dört bir köşesini Evliya Çelebi gibi adım adım gezer. Gezerken yurdunun doğasına hayran kalır. Bu gezilerden elinde resimleriyle döner ve sergiler açar. Gazetelere, televizyona (o yıllarda tek kanal televizyon var) demeçler verir, sergilerinin davetiyelerini gönderir. Gönlünden geçen, resim sanatını toplumumuza sevdirmektir.
Doğa katliamına dikkat çeker, hayvan sevgisini dile getirir, onları korumanın bir görev olduğunu, hayvanların biz insanlara öğrettiklerinden faydalanmak gerektiğini vurgular. O toplumuna, yurduna çok saygılıdır, düşkündür.
Demeçleri ilginçtir:
· “Kültürümüzün sonu geldi.”
· “Göreceksiniz günün birinde ünlü olacağım.”
· “Hiç durmadan çok çalışacağım. Yurdumu yurtdışında da temsil edeceğim.” der.
Hiç sanat eğitimi almamış, ilkokul 4. sınıftan ayrılmış, evine katkıda bulunmak için çobanlık yapmış bir kişinin yaşamı gazeteciler, televizyoncular için hep ilginç olmuştur. Böyle bir yaşamdan gelen kişi de basın için işlenecek konudur. Bu nedenle Çoban Ressam Süleyman Şahin’in hayatı ve sergileri sıklıkla yer almıştır.
1970’li yıllarda Ankara’da açılan sergilerini ben de ziyaret ettim. Çoban ressam halkla bütünleşiyor, sohbetler ediyordu. Etrafını saranlar da merakla sorular soruyorlardı. Gazeteciler kadar halkın da ilgi odağıydı. Çoban Ressam her sergisinde bir sınıf geçtiğini anlatıyor ve şöyle diyordu:
· “Resme başladığımdan bu yana doğadan hiç kopmadım. Güzel sanatlarının sırrı doğadadır. Bu nedenle bütün sanatçıları doğayı kucaklamaya çağırıyorum.”
· “Sanatçılar önce kendi toplumlarıyla kaynaşmalıdır. ”
Evlendi, Bursa’ya yerleşti.
Süleyman Şahin sanatın beşiğinin Paris olduğunu duymuştu; eşini ve oğlunu annesinin yanına bıraktı. Dürdüğü yorganıyla kendini Paris Montmartre Tepesinde buldu. Montmartre sanatçıların buluştuğu, resim yaptığı yerdi. Kendini Kabul ettirmek için çok uğraştı. Bazı geceler sokaklarda yattı. Ucuz yemekler nerede yenir onu öğrendi. Daha sonraları Paris sokaklarında çeşitli dükkânların karşısına geçip resimlerini yaptı. Sonra da yaptığı bu resimleri, dükkân sahiplerine umduğundan da yüksek fiyatlara sattı. Artık parası vardı. Para nasıl kazanılır öğrenmişti. Montmartre’da artık yeri vardı. Fransızcayı da konuşabilecek kadar kısa sürede öğrendi.
Çoban, kızıl saçları, pembe beyaz teni ile bir parça Avrupalıyı andırıyordu. Bu görüntüsünün de Montmartre Tepesi Sanat Sokağında kabul görmesine katkısı oldu. 1983 yılıydı. Sanatı öğrenmek, kendini tanımak, tanıtmak için aylarca Paris’te kaldı. Paris ona okul oldu.
Yurduna döndüğünde yine durmadan çalıştı, sergiler açtı.
Süleyman Şahin 1986 de tekrar Paris yolunu tuttu. Aklı fikri var olmaktı. Bir kere içine sanat aşkı girmişti. Sanat onu çekiyordu. Aç kalma pahasına da olsa, o ortamda olmalıydı. Bu sefer neredeyse 1,5 yıl kadar kaldı. Paris Şanzelize’de sergi açtı. Çocuklarını özlemese yine de kalırdı. Kendi gibi sarışın mavi gözlü kızı, eşi gibi kumral oğlu, iki güzel çocuğu vardı.
Çoban Ressam Bursa’da kendi gibi sokak ressamlarını örgütleyip sanat sokağının kurucularından oldu. 40 sanatçı arkadaşıyla Bursa Koza Han’da sanat sokağını oluşturdu. Bu etkinlik, çevre sakinleri tarafından belediyeye şikâyet edildi. Bu durum üzerine sanat ve sanatçı aşığı Ali Osman Sönmez, Tophane’deki arazisini sanatçılara tahsis etti. Bu arazi 22 yıl boyunca sanatçılara hizmet verdi. Her sanatçının kazancının tamamı kendine kalıyordu. 22 yıl sonra bu güzel sanat yuvasını dönemin belediye başkanı yol geçirmek maksadıyla dağıttı. Bu güzel yuva bir daha geri dönmemek üzere kapandı. Oysa orası yüzlerce sanatçının ekmek kazandığı yurttu, yuvaydı.
Çoban Ressam sanat sokağın kaldırılmasına isyanını Bursa Belediye Başkanına şu şekilde iletti:
“Siz bu şehrin koca çınarının kesilmesine, ışığının yok olmasına neden oldunuz. Sanatı olmayan, bir şehrin de ülkenin de ruhu yoktur, sizin gibi insanlara söylenecek söz çoktur,” Bu kapatma olayını sanatçılar da resimlerini siyaha boyayarak protesto etmiş.
Bu olay Bursa için çok büyük ayıptı, kayıptı. Şöyle feryat ediyordu Çoban Ressam: “Hocam, bir sanatsever insan, arazisini sanat için bağışlıyordu; bir başkan geliyor, başka taraftan yol geçirebilecekken, kentin en güzel, en önemli turistik alanını, şerefini, en büyük sanatsal, kutsal alanını yok ediyordu. Belediye başkanı sırf kendi sözünü geçirmek için, egosu için o kutsal mekânı yok etti.”
· “Sanat aşkı içinde olan durur mu?
· Sanatçı her yerde her koşulda çalışır.
· Sanatçı varsa sanat da vardır. Güzellikte, her türlü sevgide oradadır.
· Sanatçı yapar, bilim yazar. Bilimin temelinde de sanat vardır.”
Çoban Ressam için sanatçı dostlarıyla beraber çalıştığı alan kutsaldı. Sanatı var eden her alana saygı duyuyor, kutsallığa yüceltiyordu. Yurdunu sevmesi gibi, sanatı da seviyordu.
Çoban ressam 1988’de Ankara Batıkent’e taşındı. O zaman sanatçıyı daha yakından tanıdım. Biz de Batıkent’e oturuyorduk. Evlerimiz çok yakındı. Bazen Çoban’ın evinde, bazen de bizim evde modelle çalışmaya başladık. Çobanın sanatsal yolculuğunu konuşmalarından öğreniyordum.
Bazen eşiyle birlikte yemek yapıp, eşimi de yanımıza alarak Çoban’ın yanına gidiyorduk. O bizi köy köy dolaştırıyor, köylerde resimlenecek konu arıyordu.
Durduğumuz köylerde köylüler, arabadan iner inmez, “Hoş geldin Çoban,” diyerek etrafını sarıyorlardı. Arabasını sık sık durdurması biraz da ben bu köylerde çok çalıştım hocam, demek içindi. En sonunda beğendiği bir mekânda şövalesini kuruyor, resim sehpasını çıkarıyor tuvalini yerleştiriyor ve hemen resme başlıyordu. 1,5 saat kadar çalışıp resmin alt zeminini oluşturduktan sonra hemen toprağa uzanıp, vücudunda biriken enerjiyi boşaltıyordu. O sıralarda ben de kendi resmimin alt zeminini tamamlamış oluyordum. O dinlenirken ben ve eşi sofrayı kuruyorduk. Yemeğin ardından resmini tamamlıyordu. Sofranın toplanmasına yardım ettiğim için ben resmimi genelde evimizde tamamlıyordum.
Bizim bu gezilerimize zaman zaman Yaşar ve Çiğdem Çallı çifti ile Mustafa Erol’da katılırdı.
O yıllarda Çoban Ressam’ın evine kimler gelmiyordu ki… Yaşar-Çiğdem Çallı çifti, Hikmet Şimşek, Kralların Ressamı Rahmi Pehlivanlı ve eşi Nurhan Pehlivanlı en sık ziyaretçilerindendi. Batıkent sanatçıların yaşadığı semt olduğu için, semt sanatçıları da Çoban’ın evine ve atölyesine uğramadan edemiyordu. Habip Aydoğdu, Devlet Tiyatro Sanatçısı Mehmet Göçer v.b gibi pek çok sanatçı onu ziyaret ediyordu.
Çoban Ressam Anadolu’nun pek çok kentinde köy köy dolaşarak görebildiği ve yaşadığı güzellikleri resmetti, sanatseverlerle paylaştı, çeşitli demeçleri basında yer aldı:
- Dünyanın en büyük atölyesi, sanatçıların kaynaşabildiği kendi ülkesidir.
- Sokak ressamlığı toplumla sanatçının kaynaşması için güzel bir adımdır.
- Sanatın topluma mal olabilmesi için, sanatçının halkla iç içe çalışılması gerekir.
- Resim sanatının topluma kavratılması için her zaman çalışmaya hazırım.
- Umarım bu tip çalışmalar ülkemin her köşesine yoğunlaşır. Sanatçılar ülkelerini diğer ülkelerde tanıtan en önemli rehberlerdir.
- Sanatçıların yaşayabilmesi ve sanatını ileriye taşıyabilmesi için devlet desteğine ihtiyaç vardır.
Süleyman Şahin, demeçlerinde; sergilerini hazırlamadan önce pek çok köyü dolaştığını, bazı engellerle karşılaşsa da köylülerin sevgi ve ilgisinin onu çok mutlu ettiğini anlatıyordu. Başka bir zaman diliminde şunları söylüyordu:
- Beni halk eğitti, doğa benim okulum, yuvam oldu.
- Eli kalem tutan gençlere sesleniyorum, korkmayın sanatın üstüne üstüne gidin, akademilerde okuyun, okumazsanız da üzülmeyin, dünyada öyle ressamlar varki; en cahili bile onları tanıyor. Bunlar sanat akademilerinden mi mezunlar?
- Bugüne kadar hakkımda binlerce yazı yayımlandı. Beni bu topluma tanıtan Türk basınına, televizyonuna derin şükranlarımı sunar, onları hiç bir zaman mahcup etmeden yoluma devam edeceğimi belirtirim.
Süleyman Şahin Adım Adım Anadolu adını verdiği sergilerinde Safranbolu evlerini ve Safranbolu’daki yaşamı işledi.
1989 yılın da 1. Mevlana resim yarışmasına birlikte katıldık. Ben 2.lik Çoban da mansiyon aldı. Yaptığı tablo günlerce sürdü. Puantilist çalışıyordu. O resmin seyrine doyamıyordum. İlk kez puantilist çalışan bir sanatçıyla karşılaşmıştım. Gazi resim bölümünde okurken puantilist ressamlar Georges Seurat, Paul Signac, Camille Pissarro, Henri – Edmond Cross hakkında bilgiler okumuş sınavda çıkan sorulara cevap vermiştim. Yapılışını yakından izlemek ilginçti. Çoban daha sonraları bir adı da noktacılık olan bu teknikte pek çok resimler yaptı. Konunun zeminini konuya uygun önce düz renkle dolduruyor sonrada nokta nokta ışık gölde düşen gölgesini ve uzaklık yakınlığını veriyordu.
1990’da Süleyman Şahin’in sergisinin açılışını Cumhurbaşkanı Turgut Özal yaptı. Neredeyse tüm basın, televizyoncular oradaydı. Halktan fazla basın vardı.
Çoban Ressam Süleyman Şahin her zaman etrafına bürokrasiyi toplamayı başardı. Onun yüzlerce sergisinin açılışını yüzlerce bürokrat yaptı.
1995 yılı gazete yazılarında “Süleyman Şahin şimdi ünlüler kervanında yürüyor,” benzeri cümlelere yer verildi.
Çoban Ressam 27 Şubat’ı Ressamlar Günü olarak ilan etti. Artık sanatçılar, 27 Şubat’ı Sanatçılar Günü olarak kabul ediyor ve kutluyor.
Gazeteler, “Çoban Ressam’dan Eleştiri” başlığı altında politikacılara eleştirilerine de yer verdi: “Toplum, kültür ve sanat alanında eğitildiği zaman bir yere gelir. Bu yüzden devlete büyük görevler düşüyor. Oysa devletin başındaki liderlerimizin kavgalarını ve dedikodularını izliyoruz,” diyen Çoban Ressam Süleyman Şahin Türkiye’de bir kültür açlığı olduğunu, bu durumun bir an önce giderilmesi gerektiğini söyledi ve politikacıları sanata karşı hassas olmaya çağırdı.
Çoban Ressam Güney Anadolu’nun yüksek yaylalarında yaşayan göçerlerin yaşamlarından da etkilenip bu yaşamı empresyonizm (izlenimcilik) tadında 500’e yakın tabloyla anlattı. “Hocam, göçerlerle yaşamak onların felsefesini öğrenmek beni daha mütevazı, daha ılımlı yaptı,” dedi ve ekledi: “Göçerler, ‘Biz olmazsak bu dağlar, bu yaylalar sahipsiz kalır. Biz bu dağların bekçileriyiz’ diyorlar.” Haklılar da
Daha sonraları da diğer şehirleri dolaşarak, göçerleri araştırdı. En çok da Bey Dağlar Antalya Korkuteli’nde konaklamış göçerleri araştırdı, onlarla yaşadı. Bu konuda bir dizi çalışmalar yaptı, sergiler açtı. Çağdaş Sanatlar Galerisi’nde 2 x 14 metre boyutlarındaki 28 metrekarelik Göçerler tablosu sergilendi. Adını da İpek yolu koydu. Bu resim İstanbul’da, Moskova’da sergilendi. İsrail’de satıldı.
Gazetelere demeçler vermeye devam etti. Bu konudaki heyecanını da “Ressamlar bu zengin konuda pek çok resim yapabilirler, sonsuz konu elimizin altında” sözleriyle paylaştı.
Kendisinin sevdiği mekânları diğer sanatçıların da resmetmesini arzu etti. “Her sergimde bir sınıf geçtim,” diyerek sanattaki adımlarını anlattı.
Çoban Ressam sadece dağların, köylerin ressamı değildi. Devasa boyutlarda Ankara tabloları yaptı. Bugüne kadar binlerce tablo yapan Çoban Ressam Türkiye’nin ve dünyanın en çok devasa tablo yapan sanatçılarındandır. Bugüne kadar 18 bin tablo yaptı.
Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Deniz Baykal, Farah Diba v.b gibi Türkiye’ye ve dünyaya mal olmuş pek çok insanın resmini yaptı. O aynı zamanda iyi bir portreci, iyi gözlemci, ruhsal çözümcüydü. İnsanın da toplumun da nabzını iyi tutmayı biliyordu.
Van Gogh hayranı olan Çoban Ressam Süleyman Şahin, Vincent Van Gogh’a Saygı sergisini sanatçının ölümünün 100.yıldönümünde Ankara'da açtı. Serginin konusu Karadeniz ve ayçiçekleriydi.
Çoban Ressam resme ilk başladığı yıllarda Türkiye’den Paris'e gittiğinde Van Gogh’un mezarını arar ve bulur. O anısını da samimi olduğumuz yıllarda şöyle anlatmıştı. “Paris’in güneyinde Auvers-sur-Oise köyüne gittim. Onun mezarının başında, ‘güzel insan; sen, çok acı çekmişsin, ben o acıları çekmeden sanatımı dünyaya tanıtacağım’ diye yemin ettim.”
O, içten konuşmalarıyla yüreğindeki sevgiyi aktarmaya çalışan usta bir filozoftur. Onun felsefesi sevmek, sadece sevmekti. Doğayı sevmek, insanı sevmek, yaratandan ötürü yaratılanı sevmektir. O vatanını, vatanın taşını, toprağını, güneşini, havasını, kendine ve toplumuna kattıklarını sevdi. Çünkü o toprağın çocuğuydu. Çobanlık yaparken otların, ekinlerin hışırdayarak çıkardığı sesle kuzuların, koyunların çıkardığı seslerin müziğini duymuştu. Hiç müzik eğitimi de almadığı halde antikacıdan aldığı kemanıyla doğaçlama müzik yapmıştır.
Çoban Ressam bir aşiret kızına âşık oldu. Bu aşk nedeniyle sevgilisinin ailesi tarafından aranan kişi haline geldi. Sevgilisiyle birlikte köşe bucak, köy köy, kasaba kasaba on ay boyunca saklandılar. En sonunda bu aşiret kızını eşi boşadı. Çoban da eşinden boşandı. Bir süre sonra evlendiler. Bursa Mudanya’ya yerleştiler. Yeni eşi ile resim sergileri açtı. Çoban’ın önemli katkılarıyla eşi de ressam olmuştu. Çoban Ressam bu aşiret kızına çok emek verdi. Bu beraberlik 13 yıl sürdü.
Çoban Ressam, kendisini şöhrete taşımış başkente geri döndü, Ankara’da da Sanat Sokağı kurdu. Bu sokaklar zaman zaman yer değiştirdi. 80 kişilik bir grupla Ansev Mobilya Dekorasyon Merkezi’nde dört yıl, daha sonra da Müjdat Gezen Kültür Merkezi'nde Sanat Yöneticiliği yaptı. O yıllarda Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy çok resim satın alıyordu. Sanat Sokağı’nın en büyük destekçisiydi.
Çoban Ressam Binlerce kişi yetiştirdi. Sanata emek verenleri de bir araya toplayarak gelişmelerine katkıda bulundu.
Çoban Ressam toplumsal olaylara, reaksiyonlara, adaletsizliklere eserlerinde yer verirken, medyada da demeçlerinde yer veriyordu.
Doğayı en güzel yorumlayan ender sanatçılardandır. O biraz Van Gogh, biraz Claude Monet, George Seurat, Paul Signac, Salvador Dali’dir. Hem empresyonizme, hem ekspresyonizme yakındır. Zaman zaman sürrealist ve puantalisttir.
Son yıllarda Don Kişot temalı yüzlerce tabloya imzasını atmıştır.
Çoban Ressam zamanımızın Don Kişot’udur.
Kendi kendini var etmiş bir şövalyedir…
Sevgili Gülseren Sönmez bu güzel yazı için teşekkür ederiz. Çoban Ressamımızı en ince detaylarına kadar bize anlatıyorsunuz. Sanatçı dayanışması ne güzel. Sağlık ve sanatla kalalım.
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.