Aşık Ali Cemal Çetinkaya'yı Kızından Dinledim

Kültür-Sanat 05.01.2024 - 21:25, Güncelleme: 05.01.2024 - 21:25
 

Aşık Ali Cemal Çetinkaya'yı Kızından Dinledim

Sema KUMRULU / Aşık geleneğinin son temsilcilerinden Aşık Ali Cemal Çetinkaya'nın kızı İngilizce Öğretmeni ve Şair İrade Şahiner ile babasını, 1980'li yılların zor sürecinde ailesi ile yaşadıklarını ve yazacağı kitabını konuştuk.
   Sevgili İrade Şahiner bugüne kadar yaşam sürecinizi sizden dinlemek istiyorum.    Annem, 9 çocuklu bir ailede büyümüş. Okuyamamış bu yüzden ailesine isyan ederek, evlerine gelen bir akrabasına kaçarak evlenmiş. İsteyerek evlenmiş ama 15 yaşında çocuk gelin olmuş tabii.  Tunceli'nin Mazgirt İlçesi, Gelinpınar Köyü'ne yerleşmişler. Bu kaçış, hiç beklemediği kızından gelince dedem hiç affetmiyor. Ara ara anneannemin bize çökelek getirdiğini ya da teyzemi yollayarak küs olsalar da destek olmaya çalıştığını hatırlıyorum. Babam, ozan olduğu için İzmir ve İstanbul'da konserleri olurdu; aylarca eve gelmezdi. ''Coğrafya kaderindir'' derler ama babam, kendini halkına adamış bir ozan , bir şeyler üretmek, işini yapmak zorunda.  Bir tek dayım bizimle görüşüyordu. Çok küçüktüm ama annemin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu hatırlıyorum. Üç çocuğu ile geçimini sağlamaya çalışırdı.  Evimiz, küçük bir bahçesi olan, mavi demir kapılı bir evdi ve hemen yanımızdaki erik ağacımızı hatırlıyorum. Karşıda iki katlı ev ve orada oturan komşumuz vardı. Annem ancak o komşusuna gidebilirdi. Zaten gidebileceğimiz yer 100 metre kadardı. Bana çok uzak gelirdi. Arkama baktığım zaman korkar, evimize koşardım. Zar zor güneş giren bir penceremiz vardı. Annem güneş duvara vurunca, güneş görelim diye duvarın kenarına çıkarırdı bizi. Kışın, evimizin arkasındaki tepeden demir tasın içine kar toplardık, annem de pekmez döküp bize yedirirdi. Arka bahçede bile kendimizi uzak bir yere gitmişiz gibi hissederdik. Babam geldiği zamanlar, bize sarı beyaz renkli leblebi şekeri getirirdi. Babamın varlığını en çok o leblebi şekerleriyle hatırlarım. Bu benim için bir güçtü. Çok zorluklar çeken annemi hiç bir zaman şikayet ettiğini duymadım. Halbuki sabahlara kadar uyumadığı günleri hatırlıyorum. Hiç bir zaman ah etmeyen anneme hep hayran kalmışımdır.   Babamın bizi İzmir'e yanına almasıyla İzmir sürecimiz başladı. İlkokula başlamıştım.  Helvacı Kasabası'nda bir süre akrabalarımızın yanında kaldık. Evimize yerleştikten sonra, babamın sazıyla sözüyle beraberdik artık. Babam yere oturur, elinde kağıdı kalemi hem yazar hem sazıyla söylerdi. Annem büyük bir sorumlulukla dinlerdi. Burası olmuş, burası olmamış diye katkı sağlardı. Babama hep destek olan bir kadındı. Babamın çok kitap okuduğunu hatırlıyorum. Kitabın önemli yerlerini kırmızı kalemle çizip bana ''Bak kızım burası çok önemli'' diyerek bana göstermesi hafızamda kalan çok önemli bir nokta. Tabii annem İzmir'de de boş durmadı. Keçi, koyun aldı. Nakış işleme kursuna yazıldı. Hayvanları dağa yollarken, kendisi de kursa giderdi. Kendini yetiştirip çocuklarını büyütüp evimize de ekonomik anlamda katkı sağlıyordu. Üç kardeş olarak geldiğimiz İzmir'de artık yedi kardeş olmuştuk. Babamın memur olmasını istiyordu çünkü konser oldukça para kazabiliyordu. Babam konser için gittiği Ankara'da tesadüfen Çankaya Belediye Başkanı Rahmetli Doğan Taşdelen babamı dinleyip hayran kalıyor. ''Ne kadar güzel sazın, sözün var'' deyince babam da ''Sazımız sözümüz var ama bize sahip çıkan yok'' diyor. Doğan Bey babamı belediyeye işe alıyor.  Dört yıl sonra biz de Ankara'ya yerleştik. Bu süreçte Ankara'da ortaokula başladım. Dikmen'deki yeni evimizde, o sıralar benim de çalıştığım ABC Dergisi'nde açılan Okuma-Yazma kurslarına yazılan annem, okuyamamanın verdiği üzüntüyle okuma yazma öğrendi. İlk okuduğu kitap ise "Nutuk" oldu. Eve gelenlere muhakkak kesitler okuturdu. Hala da kızımın arkadaşlarına okutur ve bir sürü aldığı Atatürk'ün  Nutku'nu hediye eder.  10 Kasım günü arkadaşlarıyla hem de yürüyerek Anıtkabire gider. Ben böyle bir ailede doğmuş olmakla kendimi çok şanslı hissediyorum. Kavgasını bile birbirine hissettirmeyen bir aileydik. Bu yaşantıya baktığımızda kimi zaman iyi kimi zaman zor anlar var. Ben babamı 6 Ocak 2016 yılında kaybettiğim zaman bir defa daha büyüdüm. Güçlü olmakla birlikte, babamın ölümüyle daha da güçlü olmayı öğrendim. Annemin de istediği gibi kitabımı yazmaya başlayacağım.    Kitap yazmak düşüncesi nasıl doğdu?    Benim babam bir ozandı. Ozanlık geleneğinde, Türkiye'de yaşayan halkımızın bildiği ve bilmediği pek çok ozan var. Ozanların yaşadığı zorluklar, ailesinin yaşadığı zorluklar, ekonomik ve siyasal zorluklar. 1980 'li yıllar düşünsenize; bir ozan şiir yazacak belki sözcükleri yumuşatmak zorunda kalacak ya da siyasi argüman ne ise o tarafa doğru yazmak zorunda kalacak. Ben bunları bir kitapta toplamak istedim. Sadece babamı değil, bir çok ismi bilinmeyen, kenarda köşede kalmış ozanların da dili olmak lazım diye düşündüm.  Bir kitap yazmak için değil, bir ozanın yaşantısını toplumumuza anlatmak istiyorum. Bu tarz kitaplar vardır muhakkak. Bu süreçleri bir çocuğun gözünden toplumumuzda yaşayanların tanımasını, ailesinin çektiği acıları, ozanlara verilmeyen değeri vurgulamak istiyorum. Halbuki örf adet gelenek ve göreneklerimiz olduğu için anlatmak isteği duydum. Buna en çok annem sevinecek. Ona sürpriz yapacağım. Annem, babamın anlatılması gereken bir adam olduğunu her zaman söylerdi. Biz bir gün göçüp gideceğiz ama bu kitap hep kalacak. Ben bu kitabı annem ve kızım adına yazacağım.     Hayatını insanlığa adayan, Aşık geleneğinin son temsilcilerinden, 6 Ocak 2016 yılında aramızdan ayrılan Ali Cemal  Çetinkaya'yı saygı ve rahmetle anıyorum.
Sema KUMRULU / Aşık geleneğinin son temsilcilerinden Aşık Ali Cemal Çetinkaya'nın kızı İngilizce Öğretmeni ve Şair İrade Şahiner ile babasını, 1980'li yılların zor sürecinde ailesi ile yaşadıklarını ve yazacağı kitabını konuştuk.

   Sevgili İrade Şahiner bugüne kadar yaşam sürecinizi sizden dinlemek istiyorum.

   Annem, 9 çocuklu bir ailede büyümüş. Okuyamamış bu yüzden ailesine isyan ederek, evlerine gelen bir akrabasına kaçarak evlenmiş. İsteyerek evlenmiş ama 15 yaşında çocuk gelin olmuş tabii.  Tunceli'nin Mazgirt İlçesi, Gelinpınar Köyü'ne yerleşmişler. Bu kaçış, hiç beklemediği kızından gelince dedem hiç affetmiyor. Ara ara anneannemin bize çökelek getirdiğini ya da teyzemi yollayarak küs olsalar da destek olmaya çalıştığını hatırlıyorum. Babam, ozan olduğu için İzmir ve İstanbul'da konserleri olurdu; aylarca eve gelmezdi. ''Coğrafya kaderindir'' derler ama babam, kendini halkına adamış bir ozan , bir şeyler üretmek, işini yapmak zorunda.  Bir tek dayım bizimle görüşüyordu. Çok küçüktüm ama annemin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu hatırlıyorum. Üç çocuğu ile geçimini sağlamaya çalışırdı.  Evimiz, küçük bir bahçesi olan, mavi demir kapılı bir evdi ve hemen yanımızdaki erik ağacımızı hatırlıyorum. Karşıda iki katlı ev ve orada oturan komşumuz vardı. Annem ancak o komşusuna gidebilirdi. Zaten gidebileceğimiz yer 100 metre kadardı. Bana çok uzak gelirdi. Arkama baktığım zaman korkar, evimize koşardım. Zar zor güneş giren bir penceremiz vardı. Annem güneş duvara vurunca, güneş görelim diye duvarın kenarına çıkarırdı bizi. Kışın, evimizin arkasındaki tepeden demir tasın içine kar toplardık, annem de pekmez döküp bize yedirirdi. Arka bahçede bile kendimizi uzak bir yere gitmişiz gibi hissederdik. Babam geldiği zamanlar, bize sarı beyaz renkli leblebi şekeri getirirdi. Babamın varlığını en çok o leblebi şekerleriyle hatırlarım. Bu benim için bir güçtü. Çok zorluklar çeken annemi hiç bir zaman şikayet ettiğini duymadım. Halbuki sabahlara kadar uyumadığı günleri hatırlıyorum. Hiç bir zaman ah etmeyen anneme hep hayran kalmışımdır.

  Babamın bizi İzmir'e yanına almasıyla İzmir sürecimiz başladı. İlkokula başlamıştım.  Helvacı Kasabası'nda bir süre akrabalarımızın yanında kaldık. Evimize yerleştikten sonra, babamın sazıyla sözüyle beraberdik artık. Babam yere oturur, elinde kağıdı kalemi hem yazar hem sazıyla söylerdi. Annem büyük bir sorumlulukla dinlerdi. Burası olmuş, burası olmamış diye katkı sağlardı. Babama hep destek olan bir kadındı. Babamın çok kitap okuduğunu hatırlıyorum. Kitabın önemli yerlerini kırmızı kalemle çizip bana ''Bak kızım burası çok önemli'' diyerek bana göstermesi hafızamda kalan çok önemli bir nokta. Tabii annem İzmir'de de boş durmadı. Keçi, koyun aldı. Nakış işleme kursuna yazıldı. Hayvanları dağa yollarken, kendisi de kursa giderdi. Kendini yetiştirip çocuklarını büyütüp evimize de ekonomik anlamda katkı sağlıyordu. Üç kardeş olarak geldiğimiz İzmir'de artık yedi kardeş olmuştuk. Babamın memur olmasını istiyordu çünkü konser oldukça para kazabiliyordu. Babam konser için gittiği Ankara'da tesadüfen Çankaya Belediye Başkanı Rahmetli Doğan Taşdelen babamı dinleyip hayran kalıyor. ''Ne kadar güzel sazın, sözün var'' deyince babam da ''Sazımız sözümüz var ama bize sahip çıkan yok'' diyor. Doğan Bey babamı belediyeye işe alıyor.  Dört yıl sonra biz de Ankara'ya yerleştik. Bu süreçte Ankara'da ortaokula başladım. Dikmen'deki yeni evimizde, o sıralar benim de çalıştığım ABC Dergisi'nde açılan Okuma-Yazma kurslarına yazılan annem, okuyamamanın verdiği üzüntüyle okuma yazma öğrendi. İlk okuduğu kitap ise "Nutuk" oldu. Eve gelenlere muhakkak kesitler okuturdu. Hala da kızımın arkadaşlarına okutur ve bir sürü aldığı Atatürk'ün  Nutku'nu hediye eder.  10 Kasım günü arkadaşlarıyla hem de yürüyerek Anıtkabire gider. Ben böyle bir ailede doğmuş olmakla kendimi çok şanslı hissediyorum. Kavgasını bile birbirine hissettirmeyen bir aileydik. Bu yaşantıya baktığımızda kimi zaman iyi kimi zaman zor anlar var. Ben babamı 6 Ocak 2016 yılında kaybettiğim zaman bir defa daha büyüdüm. Güçlü olmakla birlikte, babamın ölümüyle daha da güçlü olmayı öğrendim. Annemin de istediği gibi kitabımı yazmaya başlayacağım.

   Kitap yazmak düşüncesi nasıl doğdu?

   Benim babam bir ozandı. Ozanlık geleneğinde, Türkiye'de yaşayan halkımızın bildiği ve bilmediği pek çok ozan var. Ozanların yaşadığı zorluklar, ailesinin yaşadığı zorluklar, ekonomik ve siyasal zorluklar. 1980 'li yıllar düşünsenize; bir ozan şiir yazacak belki sözcükleri yumuşatmak zorunda kalacak ya da siyasi argüman ne ise o tarafa doğru yazmak zorunda kalacak. Ben bunları bir kitapta toplamak istedim. Sadece babamı değil, bir çok ismi bilinmeyen, kenarda köşede kalmış ozanların da dili olmak lazım diye düşündüm.  Bir kitap yazmak için değil, bir ozanın yaşantısını toplumumuza anlatmak istiyorum. Bu tarz kitaplar vardır muhakkak. Bu süreçleri bir çocuğun gözünden toplumumuzda yaşayanların tanımasını, ailesinin çektiği acıları, ozanlara verilmeyen değeri vurgulamak istiyorum. Halbuki örf adet gelenek ve göreneklerimiz olduğu için anlatmak isteği duydum. Buna en çok annem sevinecek. Ona sürpriz yapacağım. Annem, babamın anlatılması gereken bir adam olduğunu her zaman söylerdi. Biz bir gün göçüp gideceğiz ama bu kitap hep kalacak. Ben bu kitabı annem ve kızım adına yazacağım. 

   Hayatını insanlığa adayan, Aşık geleneğinin son temsilcilerinden, 6 Ocak 2016 yılında aramızdan ayrılan Ali Cemal  Çetinkaya'yı saygı ve rahmetle anıyorum.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.