AKK Başkanı Halil İbrahim Yılmaz: Acemi birliği açar gibi üniversite açmak Anadolu’yu kalkındırmaz

Güncel (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 24.11.2021 - 09:12, Güncelleme: 24.11.2021 - 09:12
 

AKK Başkanı Halil İbrahim Yılmaz: Acemi birliği açar gibi üniversite açmak Anadolu’yu kalkındırmaz

Ankara Kent Konseyi Başkanı ve ATO Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz, Dünya Gazetesi'nde Ankara Sohbetleri'nin konuğu oldu. Dünya Gazetesi Ankara Temsilcisi Maruf Buzcugil ve Ankara Haber Müdürü Hüseyin Gökçe’nin sorularını yanıtlayan Başkan Yılmaz, Ankara’da tarımsal üretimin harekete geçmesi için Büyükşehir Belediyesi ile yeni projeler yaptıklarını ifade ederek, 3 milyon m2 arazinin, imar yerine tarıma açıldığını bildirdi. Üniversitelerin kent ekonomilerine katkılarını da değerlendiren AKK Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, "Ülkemizde üniversitelere acemi birliği muamelesi yapılıyor, kentin ekonomisini canlandıracak diye üniversite açılıyor. Hâlbuki üniversiteler kurumsal olarak en güçlü olması gereken eğitim kurumlarımızdır. Üniversite kentte züccaciyeyi kalkındırma yeri değil" diye konuştu. ■ Hem Ankara Kent Konseyi hem de Ankara Ticaret Odası’ndaki görevlerinizden yola çıkarak, kent ekonomisi ve istihdamını değerlendirebilir misiniz? Ankara’da istihdamdaki toplam nüfusun yüzde 73’ü hizmetler, yüzde 24’ü sanayi, yüzde 3’ü ise tarım sektöründedir. Ankara’nın memur kenti olduğuna dair bir algı var ama Ankara aslında tarım kentidir. Ayrıca Ankara bir üretim ve sanayi kentidir. Müteahhitlerin konut projeleriyle öne çıktığı, 1,8 milyon işgücünün olduğu 400 bin memurun yaşadığı bir kent. Tarım, turizm kenti, sağlık turizminin merkezi. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar tanımlama yapacak bir başkent yoktur. Ankara’da 8 teknokent var. Savunma sanayinin dünyada parlayan yıldızlarından birisidir Ankara. Tarımın genel ekonomik yapıda payı düşük olmakla birlikte, ürettiği katma değer bakımından ve işlenebilir tarım arazisi büyüklüğü bakımından Türkiye’nin öne çıkan illerindendir. Ankara’da 6 Milyon insan var. Yüzde 3’e sıkışmış bir kent hayatı var. Arazinin yüzde 97’sinin ise nüfus yoğunluğu yüzde 1‘in altındadır. ■ Bu kadar geniş bir araziye sahip kentte tarımsal üretim arazi büyüklüğüyle orantılı mı? Kırsaldaki insanlarımızın, metropolde alt düzey pozisyonlarda görev alma merakı üretim isteğinin önüne geçti. Ankara’da taksici olmayı belediyede işe girmeyi denediler. Kırsal hayat pahası ne olursa olsun terk edildi. Şu anda ABB Kırsal Kalkınma Dairesi, Gölbaşı’nda BAKAP projesi ile 3 milyon metrekare yüksek emsalle imara açılacak olan araziyi, rantı yok sayarak, kısa vadede geliri yok sayarak, tarıma açıyor. 3 milyon m2 arazide 7-8 adet farklı endemik bitki yetiştirilebilir. Endemik bitkilerin ekonomik geliri, Ankara’ya yeni bir ekonomik alan açabilir. Kentte 2 milyon öğrencinin tarımla tanışması, üçüncü yaş grubunun rehabilitasyonu, anaokulu çocuklarının doğa ile barışmasına kadar kapsamı geniş projeler planlanıyor. Ankara Kent Konseyi olarak 1500 bileşenimiz ve kırsal kalkınma çalışma grubumuz ile bu projelere katkı sunmaya çalışıyoruz. Kırsal Kalkınma Çalışma Grubumuz da; Tarım STK ve Vakıfl arı, Kamu çalışanları, akademisyenler, muhtarlar ve gönüllü üyelerimiz var. ■ Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin de tarıma destek sağlamaya başladığını biliyoruz…. ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın tarım konusunda ortaya koyduğu iradeden sonra bir geri dönüş oldu. İnsanlar toprakla ilgilenmeye, tarımsal üretimi düşünmeye başladılar. Örneğin nohutta üretimi arttıracak bir çalışma yapıldı. Başlangıçta BŞB satın alma garantisi verdi. Üreticiler nohutu ürettiler, hasat zamanı piyasa fiyatı uygun olduğu için belediyeye satmalarına gerek kalmadı. Üreticiler kendi pazarlarını kendileri oluşturdular. Destek almadan üretim yapabilir hale geldiler. Önceki yıllarda, kent kültürüyle alakası olmayan, üretimi bilmeyen, toprağa dokunmamış, sırf ticaret hayatı durduğu için yatırım yapmaya kalkan riske giren yatırımcıdan ziyade köyde yaşayan insanlara kaynak aktarılsaydı, farklı bir tarımsal gelişim olabilirdi. ■ Türkiye’nin genel tarımsal desteklerine de uygulanabilir mi bu model? Türkiye’nin son 20 yıldır tarım politikalarında gerek İPA Projeleri gerekse kamu yardımlarıyla “kopyala yapıştır ” projelere destekler verildi. Uygulama arazilerinin fizibilitesine bakılmadan 1000-1500 hayvanlık tesis projelerine hibeler verildi. İhtiyaç olmadığı halde tesisler oluşturulurken 10 katlı apartman için gerekli demir kullanıldı. Böylece tarım tesislerinin maliyetleri katlanarak artmış oldu. Tarımın kalkınması için verilen teşvikler, ülkemizde tarımı istenilen noktaya götürmedi. Buğday gibi ana besin maddelerinde ithale mahkum olduk. Oysa ‘kırsal alan kalkınma politikaları’; kırsal toplulukların ekonomik, toplumsal ve kültürel olanaklarını geliştirmeyi amaçlayan politikalardır. Kamunun ciddi maddi zararları oluştuğu gibi tarım politikamız da zarar gördü. Köyde kalmayı sağlamak için başladığımız bu süreçte, hiçbir köylü yatırımcı olamadı. Dolayısıyla kırsalı desteklemek için verilen teşvikler, kentteki ticareti sıkıntıya giren insanların deney alanına döndü. Köyü, toprağı bilmeyen insanların bu konuda teşvik alarak yatırım yapmasının, uzaktan kumanda ile araziye bile gitmeden yönetmeye çalışmasının bedelini hep birlikte ödedik. Dolayısıyla amacına uygun teşvikler verilmedi. ■ Doğrusu ne olmalıydı? Normalde 10-15 baş, 2-3 kişinin hayatını devam ettireceği destekler olsaydı, hem insanlar köyde kalırdı, hem de tarımsal üretim artardı. Katılımcı bir süreçle üretimi bilen insanlar sürece dâhil edilseydi, teşvik bütçeleri verimli kullanılacaktı. Batıda birçok yerde en son İskoçya’da gözlemler yapma şansı yakaladım. Küçük tarım tesisleri ve çiftlikler olduğunu gördüm. Kırsalda insanlar kendisinin yönetebileceği kadar tesis oluşturuyor. Kırsalda bir yaşam alanı da oluşturulmuşlar. İnsanların kırsalda kalması için onlara sosyal bir hayat sunuluyor. Bu örnekten yola çıkarsak, teşvikler düşünülürken, aynı anda yaşama dair konularını da planlanması gerekiyor. İnsanlar tarım yaptıkları yerde, sosyal hayatla da buluşmalıdır. Kırsalı kalkındırmak sadece teşvikle olmaz. Oradaki sosyal ve eğitim hayatını da aynı anda planladığınız zaman kırsalı kalkındırabilirsiniz. ■ Üniversitelerin kent ekonomisine katkısı konusunda ne düşünüyorsunuz? Ülkemizde üniversitelere acemi birliği muamelesi yapılıyor, kentin ekonomisini canlandıracak diye üniversite açılıyor. Hâlbuki üniversiteler kurumsal olarak en güçlü olması gereken eğitim kurumlarımızdır. Üniversite kentte züccaciyeyi kalkındırma yeri değil. Kültür, sanat, üretime katkı sağlamalıdır. Üniversiteye hazır olmayan kente üniversite açılması, kente fayda sağlamadığı gibi, folklorik özelliklerini de kaybettirdi. Zaten üniversite algısı da kentlerde oluşmadı. Sadece ilçedeki çocukları merkeze taşıdık. Dolayısıyla onların gelişmesine de katkı sağlayamadık. Oysa 22 üniversitesi ile Ankara yurt dışından da öğrenci çekerek eğitim turizmine katkı sağlayabilir. Şehrimizdeki 300 bin üniversite öğrencisi aynı zamanda önemli bir işgücüdür. Ancak bizde kanun, saatlik çalışmaya müsait olmadığı için bu gençler değerlendirilemiyor. Bu çocukların ailelerinden harçlık almayacak şekilde istihdamı sağlanabilir. Ankara’da bulunan 26 tane 5 yıldızlı otel istihdam edecek vale, kat görevlisi bulamıyor. Akademisyenler bile Sakarya Meydan Muharebesi'nin Ankara’da olduğunu bilmiyorlardı. Sakarya Meydan Muhaberesi, Adapazarı’nda gerçekleşmiş sanıyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır“ sözünü Ankara’da söylemiştir. Sakarya köyünde 10 binlerce kişinin katılımı ile Sakarya Meydan Muharebesi'nin 100’üncü yılını selamladık. “Diriliş Yolu“ yürüyüşünde herkes yanındakine bakmadan kol kola girerek yürüdü. Milyonlarca kişinin, Çanakkale’ye gittiği gibi, Polatlı, Haymana, Duatepe’ye gitmeli. Bunun için önce Ankara’daki çocukların gitmesi gerekiyor. Sakarya’da yeniden dirilişi anlattık, sanayi bölgesini gösterdik. Yani Ankara’daki birisi Roma Hamamı, Gordion’u bilmiyorsa, burayı Eskişehir’dekine anlatamazsınız. O anlamazsa da İspanya’dakini getiremezsiniz. Tuz Gölüne 2 milyondan fazla giriş var ama bir tanesi bile Ankara’da kalmıyor. 26 otelde konaklama ortalaması yüzde 40. Kent simgeleri ticaretin konusu olmalı. Kuyumcular halen burma bilezik satmaya çalışıyor. Atakule, Gordion, Hitit Güneşi kolye yapılsın, gelen turistlere onu satalım. Dünyanın her yerinde başkentler cazibe merkezidir ve orada işsizlik olmaz. Oysa bizde genç işsizlik yüzde 27 seviyesinde. Bu kentte 50 binden fazla yurt dışından gelen kadın çalışırken, kentteki kadınlarımız işgücüne katılamıyor. Vahşi sulamadan dolayı yeraltı suları 400 metreye indi ■ Glasgow’daki COP 26 toplantısına özel sektörü temsilen katıldınız. Oradaki izleniminizi paylaşabilir misiniz? Öncelikle şunu söylemeliyim ki 2053 yılına kadar süreci doğru yönetmezsek ihracat yaparken bütün kaynaklarımızı heba etmiş olacağız. Biz ihracat ülkesiyiz, kot pantolon üretirken 1700 litre su kullandığımızı ve bunu masraf tablosunda göstermediğimizi anladık. Yani 50 liraya pantolon satarken, bunun için harcanan 1700 litre suyu maliyete katmıyoruz. Rekabet ediyor gibi görünüyor ama gelecek yüzyılın kaynaklarını harcayarak yapıyoruz bunu. Bir fincan kahvede 200 litre su olduğunu bilmeli, içen ve satan. Doğal kaynak maliyeti üretim tablosuna konulmalı. Glasgow’da ise 3 tarafı denizle kaplı bir ülkede vahşi sulamadan dolayı yeraltı sularının 200 metreden 400 metreye indiğini anlattık. Gelişmiş ülkelerin 100 yıldır çevreyi kirlettiğini ama bunun bedelini bizim ödediğimizi anlatmaya çalıştık. Türkiye’de ilk iklim şube müdürlüğü, Ankara Kent Konseyi tavsiye kararı ile kuruldu. Avrupa’da 2 bin 750 endemik bitki, ülkemizde ise 3 bine yakın endemik bitki var. Bunun 1000 taneye yakını da Ankara’dadır ve bir tanesi de Gölbaşı Sevgi Çiçeği’dir. UNESCO’nun 2021 yılını Yunus Emre yılı ilan etmesinden dolayı, sevgi şairimizin diliyle bütün ülkeleri sevgi çiçeği ittifakına dâhil ettik. Sevgi çiçeği yılda sadece 1 ay yaşar, yaprakları iç içe geçer, ancak hepsi bir araya geldiğinde rengini alır. Tahminimizin çok üzerinde olumlu tepki aldık. Türkiye’de herkes savunma sanayi alanına yönlenmemeli. Geleneksel ürünle cari açığı kapatma hayalimiz var. Anadolu’daki bir yerinde baston üreticisi malını ihraç edemez. Biz Ankara üzerinden bu tarz ürünleri dünyaya tanıtmayı istiyoruz. Geleneksel ürünlerimizi dünyaya tanıtma çağırısında bulunduk. “Varımızı yoğumuzu mülkiyete hapsetmenin ağır bedeli olacak” Güneşin önüne bloklar koyduk, hemşerilik duygusunu yok ettik. Birbirini tanımayan insanlar topluluğu oluşturduk. Ankara’da 30 bin lüks konut fazlası varken, öbür taraftan ciddi anlamda sosyal konuta ihtiyacımız var. Ekonominin bu kadar savrulduğu ortamda varımızı yoğumuzu, mülkiyete hapsetmemizin ağır bedeli olacak. Katar, BAE’de var, dünyanın çeşitli yerlerinde kopya kentler oluşuyor. Kopya kent kültür oluşturmuyor, üretim yoksa bina kopyalamanın değeri yoktur. 13 OSB’de üretimi planlamayıp, arazilerin rantına dönük ekonomi oluşturursanız, üretici kendisini kötü hisseder. Kentin kaynaklarını gömdüğümüz beton işlevsiz hale geldi. Maalesef yüzde 72’si hizmet sektöründe olan memleketimizde, hizmet sektörü meslek olarak kabul edilmiyor. İyi bir garson olmayı saygın olarak görmüyor. Saat başı ücret ile öğrencileri işgücüne katabiliriz. Çalışma Bakanlığı ile ATO olarak görüşme yaptık. Günde sadece 2 saat yoğun olan bir restoranı, 8 saat işçi çalıştırma şartı olunca, bu kadar genç atıl işgücü oluşuyor. Ankara Kent Konseyi saatlik çalışma ile ilgili farkındalık yaratmaya çalışıyor. Aynı masada konuşunca daha özgür ifade edebiliyoruz. Kıdem tazminatında nasıl çalışanların önemli bir kısmı hak ettiği halde alamıyorsa bunda da benzer şey söz konusu. Kanun var ama uygulamada mağduriyeti ortadan kaldırabilmek için esnek çalışmayı gündeme almamız gerekiyor. Yani çalışana 30 günlük sigorta yapılma zorunluluğu var. Böyle olunca da kimse tazminatını alamıyor. Çalışmalarda tedirgin davranıyor. Seçmen davranışına etkisi, sorunu çözmeye olan etkisinden daha önemli hale geliyor. Bu kentin ekonomik olarak çok büyük üretim kaybı var. OSB’lerin tamamını milli mücadele karargâhı olan Temelli havzasına topladık. Bunun etrafında yerleşim yeri yok. Dolayısıyla kentin önemli bir bölümü bir taraftan diğer tarafa göç ediyor. Üretimin olduğu yerde kriminal olaylar da azalıyor. OSB’de sabah 07:00’da işbaşı yapacak birisi, sabah 05:00’da servise biniyor. Akşam da 20:00’da evde oluyor. Dolayısıyla sosyal hayatı olmayan insanlar sorun çıkarıyor, kentleşmeyi doğru planlayamadığımız için, ranta yönelik planladığımız için, kent kültürüne uzun vadede büyük bedel ödetiyoruz. EGO (otobüs işletmesi) 1 milyar lira zarar ediyor. Davranış bozuklukları ve kentteki huzursuzluk artıyor. Kent Konseyi politik tartışmaların dışında kaldı Şu anda 1450 kurum, kuruluş, tüzel kişilik var ve farklı sosyolojideki dernekleri eşleştirdik. Kent Konseyi, kentin kaynaklarının doğru kullanılmasına ilişkin tavsiye kararları alıyor. Tavsiye kararlarını belediye meclisleri gündeme almak zorunda ama uygulamak zorunda değil. Mansur Yavaş, Kent Konseyi kararlarını uygulayacağını açıklayınca, hak temelli örgütlerin tamamı yeniden sisteme dâhil olmaya başladı. Onların hakkını savunacağı kamu kuruluşu temsilcilerini aynı masada oturttu. Önyargılı olan kesimler, birbirleriyle konuşabildiklerini gördüler. Burada 30 çalışma grubu ve 5 meclis var. Çok sayıda tavsiye kararı alındı. 4 siyasi partiyi ideolojik olarak rahatsız edecek kararlar almadığımız için, hepsi BŞB meclisinden oy birliğiyle geçti. Ankara’daki bütün sosyolojileri Atatürk’ün Ankara’ya gelişi üzerinden bir araya getirdik. Kızılay’da 10 bin kişi zeybek oynadı. Huzur ve bereket iklimi ile kente katkı sağladı. Partisi Ankara olan bir kimlikle yola çıktığımız için bütün partiler aynı anda sahip çıktı. ATO, ASO, ATB gibi iş dünyası örgütleri de bizim üyemiz. (Dünya Gazetesi)
Ankara Kent Konseyi Başkanı ve ATO Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz, Dünya Gazetesi'nde Ankara Sohbetleri'nin konuğu oldu. Dünya Gazetesi Ankara Temsilcisi Maruf Buzcugil ve Ankara Haber Müdürü Hüseyin Gökçe’nin sorularını yanıtlayan Başkan Yılmaz, Ankara’da tarımsal üretimin harekete geçmesi için Büyükşehir Belediyesi ile yeni projeler yaptıklarını ifade ederek, 3 milyon m2 arazinin, imar yerine tarıma açıldığını bildirdi. Üniversitelerin kent ekonomilerine katkılarını da değerlendiren AKK Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, "Ülkemizde üniversitelere acemi birliği muamelesi yapılıyor, kentin ekonomisini canlandıracak diye üniversite açılıyor. Hâlbuki üniversiteler kurumsal olarak en güçlü olması gereken eğitim kurumlarımızdır. Üniversite kentte züccaciyeyi kalkındırma yeri değil" diye konuştu. ■ Hem Ankara Kent Konseyi hem de Ankara Ticaret Odası’ndaki görevlerinizden yola çıkarak, kent ekonomisi ve istihdamını değerlendirebilir misiniz? Ankara’da istihdamdaki toplam nüfusun yüzde 73’ü hizmetler, yüzde 24’ü sanayi, yüzde 3’ü ise tarım sektöründedir. Ankara’nın memur kenti olduğuna dair bir algı var ama Ankara aslında tarım kentidir. Ayrıca Ankara bir üretim ve sanayi kentidir. Müteahhitlerin konut projeleriyle öne çıktığı, 1,8 milyon işgücünün olduğu 400 bin memurun yaşadığı bir kent. Tarım, turizm kenti, sağlık turizminin merkezi. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar tanımlama yapacak bir başkent yoktur. Ankara’da 8 teknokent var. Savunma sanayinin dünyada parlayan yıldızlarından birisidir Ankara. Tarımın genel ekonomik yapıda payı düşük olmakla birlikte, ürettiği katma değer bakımından ve işlenebilir tarım arazisi büyüklüğü bakımından Türkiye’nin öne çıkan illerindendir. Ankara’da 6 Milyon insan var. Yüzde 3’e sıkışmış bir kent hayatı var. Arazinin yüzde 97’sinin ise nüfus yoğunluğu yüzde 1‘in altındadır. ■ Bu kadar geniş bir araziye sahip kentte tarımsal üretim arazi büyüklüğüyle orantılı mı? Kırsaldaki insanlarımızın, metropolde alt düzey pozisyonlarda görev alma merakı üretim isteğinin önüne geçti. Ankara’da taksici olmayı belediyede işe girmeyi denediler. Kırsal hayat pahası ne olursa olsun terk edildi. Şu anda ABB Kırsal Kalkınma Dairesi, Gölbaşı’nda BAKAP projesi ile 3 milyon metrekare yüksek emsalle imara açılacak olan araziyi, rantı yok sayarak, kısa vadede geliri yok sayarak, tarıma açıyor. 3 milyon m2 arazide 7-8 adet farklı endemik bitki yetiştirilebilir. Endemik bitkilerin ekonomik geliri, Ankara’ya yeni bir ekonomik alan açabilir. Kentte 2 milyon öğrencinin tarımla tanışması, üçüncü yaş grubunun rehabilitasyonu, anaokulu çocuklarının doğa ile barışmasına kadar kapsamı geniş projeler planlanıyor. Ankara Kent Konseyi olarak 1500 bileşenimiz ve kırsal kalkınma çalışma grubumuz ile bu projelere katkı sunmaya çalışıyoruz. Kırsal Kalkınma Çalışma Grubumuz da; Tarım STK ve Vakıfl arı, Kamu çalışanları, akademisyenler, muhtarlar ve gönüllü üyelerimiz var. ■ Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin de tarıma destek sağlamaya başladığını biliyoruz…. ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın tarım konusunda ortaya koyduğu iradeden sonra bir geri dönüş oldu. İnsanlar toprakla ilgilenmeye, tarımsal üretimi düşünmeye başladılar. Örneğin nohutta üretimi arttıracak bir çalışma yapıldı. Başlangıçta BŞB satın alma garantisi verdi. Üreticiler nohutu ürettiler, hasat zamanı piyasa fiyatı uygun olduğu için belediyeye satmalarına gerek kalmadı. Üreticiler kendi pazarlarını kendileri oluşturdular. Destek almadan üretim yapabilir hale geldiler. Önceki yıllarda, kent kültürüyle alakası olmayan, üretimi bilmeyen, toprağa dokunmamış, sırf ticaret hayatı durduğu için yatırım yapmaya kalkan riske giren yatırımcıdan ziyade köyde yaşayan insanlara kaynak aktarılsaydı, farklı bir tarımsal gelişim olabilirdi. ■ Türkiye’nin genel tarımsal desteklerine de uygulanabilir mi bu model? Türkiye’nin son 20 yıldır tarım politikalarında gerek İPA Projeleri gerekse kamu yardımlarıyla “kopyala yapıştır ” projelere destekler verildi. Uygulama arazilerinin fizibilitesine bakılmadan 1000-1500 hayvanlık tesis projelerine hibeler verildi. İhtiyaç olmadığı halde tesisler oluşturulurken 10 katlı apartman için gerekli demir kullanıldı. Böylece tarım tesislerinin maliyetleri katlanarak artmış oldu. Tarımın kalkınması için verilen teşvikler, ülkemizde tarımı istenilen noktaya götürmedi. Buğday gibi ana besin maddelerinde ithale mahkum olduk. Oysa ‘kırsal alan kalkınma politikaları’; kırsal toplulukların ekonomik, toplumsal ve kültürel olanaklarını geliştirmeyi amaçlayan politikalardır. Kamunun ciddi maddi zararları oluştuğu gibi tarım politikamız da zarar gördü. Köyde kalmayı sağlamak için başladığımız bu süreçte, hiçbir köylü yatırımcı olamadı. Dolayısıyla kırsalı desteklemek için verilen teşvikler, kentteki ticareti sıkıntıya giren insanların deney alanına döndü. Köyü, toprağı bilmeyen insanların bu konuda teşvik alarak yatırım yapmasının, uzaktan kumanda ile araziye bile gitmeden yönetmeye çalışmasının bedelini hep birlikte ödedik. Dolayısıyla amacına uygun teşvikler verilmedi. ■ Doğrusu ne olmalıydı? Normalde 10-15 baş, 2-3 kişinin hayatını devam ettireceği destekler olsaydı, hem insanlar köyde kalırdı, hem de tarımsal üretim artardı. Katılımcı bir süreçle üretimi bilen insanlar sürece dâhil edilseydi, teşvik bütçeleri verimli kullanılacaktı. Batıda birçok yerde en son İskoçya’da gözlemler yapma şansı yakaladım. Küçük tarım tesisleri ve çiftlikler olduğunu gördüm. Kırsalda insanlar kendisinin yönetebileceği kadar tesis oluşturuyor. Kırsalda bir yaşam alanı da oluşturulmuşlar. İnsanların kırsalda kalması için onlara sosyal bir hayat sunuluyor. Bu örnekten yola çıkarsak, teşvikler düşünülürken, aynı anda yaşama dair konularını da planlanması gerekiyor. İnsanlar tarım yaptıkları yerde, sosyal hayatla da buluşmalıdır. Kırsalı kalkındırmak sadece teşvikle olmaz. Oradaki sosyal ve eğitim hayatını da aynı anda planladığınız zaman kırsalı kalkındırabilirsiniz. ■ Üniversitelerin kent ekonomisine katkısı konusunda ne düşünüyorsunuz? Ülkemizde üniversitelere acemi birliği muamelesi yapılıyor, kentin ekonomisini canlandıracak diye üniversite açılıyor. Hâlbuki üniversiteler kurumsal olarak en güçlü olması gereken eğitim kurumlarımızdır. Üniversite kentte züccaciyeyi kalkındırma yeri değil. Kültür, sanat, üretime katkı sağlamalıdır. Üniversiteye hazır olmayan kente üniversite açılması, kente fayda sağlamadığı gibi, folklorik özelliklerini de kaybettirdi. Zaten üniversite algısı da kentlerde oluşmadı. Sadece ilçedeki çocukları merkeze taşıdık. Dolayısıyla onların gelişmesine de katkı sağlayamadık. Oysa 22 üniversitesi ile Ankara yurt dışından da öğrenci çekerek eğitim turizmine katkı sağlayabilir. Şehrimizdeki 300 bin üniversite öğrencisi aynı zamanda önemli bir işgücüdür. Ancak bizde kanun, saatlik çalışmaya müsait olmadığı için bu gençler değerlendirilemiyor. Bu çocukların ailelerinden harçlık almayacak şekilde istihdamı sağlanabilir. Ankara’da bulunan 26 tane 5 yıldızlı otel istihdam edecek vale, kat görevlisi bulamıyor. Akademisyenler bile Sakarya Meydan Muharebesi'nin Ankara’da olduğunu bilmiyorlardı. Sakarya Meydan Muhaberesi, Adapazarı’nda gerçekleşmiş sanıyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır“ sözünü Ankara’da söylemiştir. Sakarya köyünde 10 binlerce kişinin katılımı ile Sakarya Meydan Muharebesi'nin 100’üncü yılını selamladık. “Diriliş Yolu“ yürüyüşünde herkes yanındakine bakmadan kol kola girerek yürüdü. Milyonlarca kişinin, Çanakkale’ye gittiği gibi, Polatlı, Haymana, Duatepe’ye gitmeli. Bunun için önce Ankara’daki çocukların gitmesi gerekiyor. Sakarya’da yeniden dirilişi anlattık, sanayi bölgesini gösterdik. Yani Ankara’daki birisi Roma Hamamı, Gordion’u bilmiyorsa, burayı Eskişehir’dekine anlatamazsınız. O anlamazsa da İspanya’dakini getiremezsiniz. Tuz Gölüne 2 milyondan fazla giriş var ama bir tanesi bile Ankara’da kalmıyor. 26 otelde konaklama ortalaması yüzde 40. Kent simgeleri ticaretin konusu olmalı. Kuyumcular halen burma bilezik satmaya çalışıyor. Atakule, Gordion, Hitit Güneşi kolye yapılsın, gelen turistlere onu satalım. Dünyanın her yerinde başkentler cazibe merkezidir ve orada işsizlik olmaz. Oysa bizde genç işsizlik yüzde 27 seviyesinde. Bu kentte 50 binden fazla yurt dışından gelen kadın çalışırken, kentteki kadınlarımız işgücüne katılamıyor. Vahşi sulamadan dolayı yeraltı suları 400 metreye indi ■ Glasgow’daki COP 26 toplantısına özel sektörü temsilen katıldınız. Oradaki izleniminizi paylaşabilir misiniz? Öncelikle şunu söylemeliyim ki 2053 yılına kadar süreci doğru yönetmezsek ihracat yaparken bütün kaynaklarımızı heba etmiş olacağız. Biz ihracat ülkesiyiz, kot pantolon üretirken 1700 litre su kullandığımızı ve bunu masraf tablosunda göstermediğimizi anladık. Yani 50 liraya pantolon satarken, bunun için harcanan 1700 litre suyu maliyete katmıyoruz. Rekabet ediyor gibi görünüyor ama gelecek yüzyılın kaynaklarını harcayarak yapıyoruz bunu. Bir fincan kahvede 200 litre su olduğunu bilmeli, içen ve satan. Doğal kaynak maliyeti üretim tablosuna konulmalı. Glasgow’da ise 3 tarafı denizle kaplı bir ülkede vahşi sulamadan dolayı yeraltı sularının 200 metreden 400 metreye indiğini anlattık. Gelişmiş ülkelerin 100 yıldır çevreyi kirlettiğini ama bunun bedelini bizim ödediğimizi anlatmaya çalıştık. Türkiye’de ilk iklim şube müdürlüğü, Ankara Kent Konseyi tavsiye kararı ile kuruldu. Avrupa’da 2 bin 750 endemik bitki, ülkemizde ise 3 bine yakın endemik bitki var. Bunun 1000 taneye yakını da Ankara’dadır ve bir tanesi de Gölbaşı Sevgi Çiçeği’dir. UNESCO’nun 2021 yılını Yunus Emre yılı ilan etmesinden dolayı, sevgi şairimizin diliyle bütün ülkeleri sevgi çiçeği ittifakına dâhil ettik. Sevgi çiçeği yılda sadece 1 ay yaşar, yaprakları iç içe geçer, ancak hepsi bir araya geldiğinde rengini alır. Tahminimizin çok üzerinde olumlu tepki aldık. Türkiye’de herkes savunma sanayi alanına yönlenmemeli. Geleneksel ürünle cari açığı kapatma hayalimiz var. Anadolu’daki bir yerinde baston üreticisi malını ihraç edemez. Biz Ankara üzerinden bu tarz ürünleri dünyaya tanıtmayı istiyoruz. Geleneksel ürünlerimizi dünyaya tanıtma çağırısında bulunduk. “Varımızı yoğumuzu mülkiyete hapsetmenin ağır bedeli olacak” Güneşin önüne bloklar koyduk, hemşerilik duygusunu yok ettik. Birbirini tanımayan insanlar topluluğu oluşturduk. Ankara’da 30 bin lüks konut fazlası varken, öbür taraftan ciddi anlamda sosyal konuta ihtiyacımız var. Ekonominin bu kadar savrulduğu ortamda varımızı yoğumuzu, mülkiyete hapsetmemizin ağır bedeli olacak. Katar, BAE’de var, dünyanın çeşitli yerlerinde kopya kentler oluşuyor. Kopya kent kültür oluşturmuyor, üretim yoksa bina kopyalamanın değeri yoktur. 13 OSB’de üretimi planlamayıp, arazilerin rantına dönük ekonomi oluşturursanız, üretici kendisini kötü hisseder. Kentin kaynaklarını gömdüğümüz beton işlevsiz hale geldi. Maalesef yüzde 72’si hizmet sektöründe olan memleketimizde, hizmet sektörü meslek olarak kabul edilmiyor. İyi bir garson olmayı saygın olarak görmüyor. Saat başı ücret ile öğrencileri işgücüne katabiliriz. Çalışma Bakanlığı ile ATO olarak görüşme yaptık. Günde sadece 2 saat yoğun olan bir restoranı, 8 saat işçi çalıştırma şartı olunca, bu kadar genç atıl işgücü oluşuyor. Ankara Kent Konseyi saatlik çalışma ile ilgili farkındalık yaratmaya çalışıyor. Aynı masada konuşunca daha özgür ifade edebiliyoruz. Kıdem tazminatında nasıl çalışanların önemli bir kısmı hak ettiği halde alamıyorsa bunda da benzer şey söz konusu. Kanun var ama uygulamada mağduriyeti ortadan kaldırabilmek için esnek çalışmayı gündeme almamız gerekiyor. Yani çalışana 30 günlük sigorta yapılma zorunluluğu var. Böyle olunca da kimse tazminatını alamıyor. Çalışmalarda tedirgin davranıyor. Seçmen davranışına etkisi, sorunu çözmeye olan etkisinden daha önemli hale geliyor. Bu kentin ekonomik olarak çok büyük üretim kaybı var. OSB’lerin tamamını milli mücadele karargâhı olan Temelli havzasına topladık. Bunun etrafında yerleşim yeri yok. Dolayısıyla kentin önemli bir bölümü bir taraftan diğer tarafa göç ediyor. Üretimin olduğu yerde kriminal olaylar da azalıyor. OSB’de sabah 07:00’da işbaşı yapacak birisi, sabah 05:00’da servise biniyor. Akşam da 20:00’da evde oluyor. Dolayısıyla sosyal hayatı olmayan insanlar sorun çıkarıyor, kentleşmeyi doğru planlayamadığımız için, ranta yönelik planladığımız için, kent kültürüne uzun vadede büyük bedel ödetiyoruz. EGO (otobüs işletmesi) 1 milyar lira zarar ediyor. Davranış bozuklukları ve kentteki huzursuzluk artıyor. Kent Konseyi politik tartışmaların dışında kaldı Şu anda 1450 kurum, kuruluş, tüzel kişilik var ve farklı sosyolojideki dernekleri eşleştirdik. Kent Konseyi, kentin kaynaklarının doğru kullanılmasına ilişkin tavsiye kararları alıyor. Tavsiye kararlarını belediye meclisleri gündeme almak zorunda ama uygulamak zorunda değil. Mansur Yavaş, Kent Konseyi kararlarını uygulayacağını açıklayınca, hak temelli örgütlerin tamamı yeniden sisteme dâhil olmaya başladı. Onların hakkını savunacağı kamu kuruluşu temsilcilerini aynı masada oturttu. Önyargılı olan kesimler, birbirleriyle konuşabildiklerini gördüler. Burada 30 çalışma grubu ve 5 meclis var. Çok sayıda tavsiye kararı alındı. 4 siyasi partiyi ideolojik olarak rahatsız edecek kararlar almadığımız için, hepsi BŞB meclisinden oy birliğiyle geçti. Ankara’daki bütün sosyolojileri Atatürk’ün Ankara’ya gelişi üzerinden bir araya getirdik. Kızılay’da 10 bin kişi zeybek oynadı. Huzur ve bereket iklimi ile kente katkı sağladı. Partisi Ankara olan bir kimlikle yola çıktığımız için bütün partiler aynı anda sahip çıktı. ATO, ASO, ATB gibi iş dünyası örgütleri de bizim üyemiz. (Dünya Gazetesi)
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ankhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.